Pencere…Köprü…Ve ötesi…
Birden kendini buldu,
Bir gece ortasında…
Bir ateş böceği tarlasında…
Kıpır kıpırdı heryer
Elektriklenmiş gibi…
"Bir başka diyar" dedi…
"Ateş böceklerinin ülkesi…"
Bir sürü kor sessizce uçuşurken göklerde
Sanki sabah olmuştu…
Apaydınlıktı gece…
Merak etti sırrını ateş böceklerinin…
Belki de en güzelini dinledi öykülerin;
"Çoook eskiden… Sonu çoook uzaklarda (Belki de sonsuzlarda) Mavi kubbeli dev bir çadırda yaşarmış ateş böcekleri… Çadırın dışında ışıklar karanlıklar görürler… Yağmur tıpırtıları duyarlar… Bazen de gök gürültülerinden korkarlarmış… Ama bilirlermiş, mavi kubbelerinin altında yalnız olduklarını…
Ama birgün…
Birgün, masmavi çadır yırtılıvermiş bir yerinden…
Ve iki kişi girmiş açılan delikten…
İki kişi… Bir ressam… Bir de deli…
Bir ressam…
Fırçası… Paleti… Piposu…
Ve elinde simsiyah bir boya kutusu…
Ve bir deli…
Boynunda kim bilir hangi yüzyılda durdurduğu saati…
Fıldır-fıldır gözlerinden saçılıyor coşkusu…
Delinin gözleri nereye devrilse ressam orayı siyaha boyuyordu..
Ve ateş böcekleri karalanmamak için durmadan geriliyordu…
Günler… Aylar… Yıllar geçti..