Pencere…Köprü…Ve ötesi…
Doğarken ağlayışımız, zorla uyutulan bir çocuğun haykırışına benziyor biraz… Ve gerçeği bulanlar… Ve ölürken gülüşleri….
Aynasına baktı… Uyuyanlar gördü… Yemyeşil çayırlarda koyunlar gibi…
Ve bir çobandı kendisi… Sırtında abası, elinde çomak… Kavalını çaldı… Uyuyanlar arasında dolaşarak…
Silkindi sonsuzluğun bağrında uyuyanlar…
Tozlu heykeller gibi bembeyaz doğruldular…
Uzaklarda ölgün bir güneş doğuyordu…
Ve uyanan insanlar oraya yürüyordu…
Uzaklaştıkça ayakların boşluklarda sesleri…
Bir şarkıya dönüştü… Kaval ve çan sesleri…
Aynasına baktı çanlar çalıyordu…
Anladı ki:
Ne düşünüyorsa aynada görüyordu…
Şimdi de göklerinde çanlar asılı bir ülkedeydi…
Neden çalıyordu çanlar?…
Zafer mi kutlanıyor?…
Tehlike mi var?…
Yoksa burada susmadan mı geçiyor zamanlar?..
Dev karıncaların ülkesiydi burası…
Koşuşturan ayaklar…
Bir telaş kumkuması…
Ve bir siren sesi geldi taa derinlerden…
Yaklaştıkça yaklaştı…
Susturdu her şeyi birden…
Kaçıştı karıncalar ansızın topraklara…
Ve bir kış uykusu karıştı soğuklara…
Sonra aynasında karlar gördü…
Eriyen suları ırmaklara, denizlere karışan karlar…