SENSİZLİĞİN ACISINI, SEN NEREDEN BİLECEKSİN / Naim DİLMENER
İlhan İrem’i bir kere daha seyretmek varmış kısmetimizde… İlk olarak, Hey dergisinin bir ödül töreninde seyretmiştim İrem’i, yirmi yaşına bile varmamış gencecik bir delikanlıydı o zamanlar; arada başka konserler, başka geceler de oldu. Ama uzun çok uzun zamandır sahne-konser işini paydos etmişti İrem, televizyonda görünmeyi, basının karşısına çıkmayı paydos ettiği gibi; bu nedenle onu görmek-dinlemek-seyretmek mümkün değildi. Açıkhava, 29 Eylül gecesi, tarihi bir konsere ev sahipliği yaptı. Tıklım tıklımdı ve oradaki herkes durumundan çok ama çok memnundu. Kötü hava şartlarına, yağıp yağıp duran yağmura rağmen çok kalabalıktı Açıkhava ve İrem’in her şarkısına, herkes tüm içtenliği, tüm naifliği ile bağıra çağıra eşlik etti. Hemen arkamda oturan (ki, su içinde 50 yaşında vardı) adamcağızın konser boyu “Boşver boşver arkadaş, başka bulursun…” çığlıkları görülecek şeydi; şarkı finale yakın bir yerde söylendiğinde de resmen kendinden geçti; benim gibi, herkes gibi. “İyi ki İlhan İrem var, iyi ki onu dinleyebiliyor-seyredebiliyoruz, iyi ki yaşıyoruz,” der gibiydik hepimiz; herkesin gözlerinden bu okunuyordu…
Gündüz ve akşam boyu, bütün İlhan İrem hayranları biraz kararsız, biraz üzgün ve mutsuzdu aslında. Hava bozuk gibiydi, yağmur bir yağıyor bir duruyordu. Bu da, konserin bir ihtimal ertelenebileceğini getiriyordu akla. Akıllarda bu ihtimal de vardı ama, herkes elinde şemsiyesi-şapkası-yağmurluğu ile, Açıkhava’nın yolunu da tutmuştu. Erteleme olmayacaksa, yağmur da yağabilirdi, her ne olacaksa olabilirdi. İlhan İrem sahnedeyse, biz de orada olacaktık. Olduk da. Yazın ortasında, yani Açıkhava’nın “tam mevsimi”nde bile böyle kalabalık görülmemişti; ne o star, ne bu grup ya da gösteri böyle bir kalabalığı dolduramamıştı bu mekana. İlhan İrem yapabilmişti ve aslında bu durum, o kadar da şaşırtıcı değildi. İlhan İrem’di bu, gelmiş geçmiş en fanatik, en kendisine bağlı hayran grubuna sahip olan İlhan İrem. Ve yıllardır sahnede olmamış olmanın gerginliği-tedirginliği ile sahneye gelen İrem (“Işıltılar içinde, tutsaklığı yaşarlar, sanatçılara benzer göklerdeki yıldızlar…”), hemen ilk şarkı sonrasında sahneye daha sıkı, daha sağlam basar oldu ve yalnızca dört enstrümandan (iki gitar, bir davul ve bir klavye) oluşan orkestranın önünde büyüdükçe büyüdü, yükseldikçe yükseldi: İlhan İrem’e benziyordu göklerdeki yıldızlar.
BÜTÜN KALBİN SEVİNÇLE, NEŞEYLE DOLSUN
Konserin en önemli özelliği ise repertuarıydı. İrem, bir zamanlar soğuk durduğu, en azından belirli bir mesafeden yaklaştığı bütün o eski şarkılarıyla barışmış, büyük bir kısmını repertuarına almıştı. En eskici, en kırk yıllık İlhan İremci’nin bile o akşam Açıkhava’da söylenebileceğine ihtimal vermediği şarkılar bile vardı repertuarda: “İşte hayat yine akıp gidiyor, işte hayat sensiz de yaşanıyor…” Her şarkıya bütün Açıkhava eşlik etti; İlhan İrem önümüzdeki dev star’ımızdı, biz de onun arkasındaki dev korosu! Bu bir mucizeydi, gerçekten bir mucize! Yıllardır ortalıkta olmayacaksınız; sahneye çıkmayacak, yüzünüzü göstermeyecek, röportaj vermeyecek, televizyon kanallarında cirit atmayacaksınız. Görünmeyecek ve dolayısıyla onun bunun hakkında atıp tutmayacaksınız. Dedikodu yapmayacak, kimseyi çekiştirmeyeceksiniz. Ve yalnızca ama yalnızca şarkılarınıza güveneceksiniz. Konser gecesi, İrem’in şarkılarına ve biz hayranlarına boşuna güvenmediği net olarak anlaşıldı. O şarkılarına güvenmiş, biz ona ve şarkılarına sarılmıştık ve her iki taraf da bundan sonuna kadar-sonsuza kadar memnundu. İlhan İrem’in herhangi bir şarkısı, herhangi bir Çehov hikayesi gibiydi: Mutsuzluk vardı, sıkıntı vardı, bunalım vardı, vardı ne kelime hatta diz boyuydu bütün bunlar; ama umut da vardı. Yarının başka türlü olacağını, geleceğini, kurulacağını da biliyor ya da hissediyorduk. İlhan İrem böyle söylüyordu ve biz buna inanıyorduk.
Yüzümüzde güller açıyordu konser bitiminde. Sonrasında da coşkumuz devam etti. Ben, Belinda (Dilmener), Asu (Maro), Neslihan (Bilge), Hakan (Eren), Deniz (Durukan), Altay (Öktem), Murat (Meriç), Merve (Erol), Sinan (Doyan), İlhan İrem üzerine yazdığı çok parlak, çok ayrıntılı incelemesi birkaç ay içinde Everest tarafından yayınlanacak olan Hakan (Taştan) ve Medyatava.com’dan Batur İlhan’dan oluşan kalabalık bir grup halinde Taksim’e yürüdük, hem İlhan İrem’den konuştuk, hem gülüştük, hem onu bunu çekiştirdik. En sıkı İrem hayranlarından Naci (Keklik) de bize katılacaktı ama, yanında küçük kızı vardı onun ve eve dönmek zorunda kaldı. “Bazen neşe bazen keder…” diye mırıldana mırıldana Taksim’e varan grup, burada ayrıldı ve bir kısmımız Özsüt’e gittik; çay kahve içerek, aşure yiyerek İlhan İrem’den konuşmayı orada da sürdürdük. Kötü hava şartları nedeniyle akşamüzeri gideyim mi-gitmeyeyim mi? İkileminde kalmıştım kısa bir süre için, sonra da yağmursa yağmur, ıslanmaksa ıslanmak demiş ve gitmeye karar vermiştim; iyi ki de öyle yapmışım. Gitmeseydim ve birileri bana bu gecenin coşkusunu kenarından köşesinden olsun anlatsaydı, gitmediğime çok üzülür, çok pişman olurdum. Neyse ki oradaydım.
Naim DİLMENER
www.iirem.com / 06 Ekim 2006