Nâzım Hikmet
Nazım'ın şiirde çığır açan, fikirlerinden ödün vermeyen hayatı.
Büyük ilgi gören eserleri, mahkeme koridorları, davalar, sürgünler, hapishane yılları, aşkları ve açlık grevleriyle örülen bir yaşam öyküsü. İşte Mavi Gözlü Dev;
20 Kasım 1901'de Selanik'te doğan Nâzım Hikmet, bir yıl Fransızca öğretim yapan bir okulda okuduktan sonra Göztepe'deki Numune Mektebi'ne devam etti. İlkokulu bitirince Mektebi-i Sultani'ye yazılan Nâzım Hikmet, maddi sıkıntılar nedeniyle Nişantaşı Sultanisi'ne gitmek zorunda kaldı. Nazım Hikmet, 1917'de girdiği Heybeliada Bahriye Mektebi'ni 1919'da bitirip Hamidiye kruvazörüne stajyer güverte subayı olarak atandı. 1919'un kışında zatülcenp hastalığına yakalanan Nazım Hikmet, tedavi ve nekahat döneminden sonra sağlığına kavuşamayınca, 17 Mayıs 1920'de Sağlık Kurulu raporuyla askerlikten azledildi.
Nazım Hikmet, bu arada hececi şairler arasında taze bir kan olarak ünlendi. 1920'de "Alemdar" gazetesinin açtığı bir yarışmada birincilik ödülüne layık görülen Nazım Hikmet, Faruk Nafız, Yusuf Ziya, Orhan Seyfi gibi şairlerin takdirle söz ettiği biri haline geldi. İstanbul işgal atındayken Nazım Hikmet, vatan sevgisini anlatan direniş şiirleri yazıyordu. Bu dönemde artık sosyalist kimliğini ön plana çıkaran Nazım'ın, 1920'lerin son günlerinde yazdığı "Gençlik" adlı şiiri gençleri ülkenin kurtuluşu için savaşa çağırıyordu. Kurtuluş Savaşı'nda başladığında hemen Anadolu'ya geçti. Kısa bir süre Bolu'da öğretmenlik yapan Nazım Hikmet, Ekim Devrimi ile sosyalist düzene geçen Rusya'da olup biteni görmek, bir anlamda inançlarının uygulanışını görmek için Moskova'ya gitmeye karar verdi. 30 Eylül 1921'de önce Batum'a giden Nazım Hikmet, oradan geçtiği Moskova'da Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi'ne (KUTV) kaydoldu.
Ünlü şair, Rusça bilmediği için sadece biçimlerinden etkilendiği şiirlerden yola çıkarak "Açların Gözbebekleri" adlı eserini serbest biçimde yazdı. Rusça'yı öğrenince, Sovyet şairlerini okumaya başladı. Bunlar İtalya'da Marinetti'nin başlattığı Gelecekçilik (Fütürizm) akımının etki alanında yazan, geçmişi yadsıyarak her şeyi gelecekte gören, "yeni hayat"çı devrimci şairlerdi. 1923'te şairin yazdığı şiirleri "Yeni Hayat" ve "Aydınlık" dergilerinde yayınlandı. Ekim 1924'te gizlice Türkiye'ye gelen Nazım Hikmet, Aydınlık dergisinde çalışmaya başladı. Şubat 1925'te Şeyh Sait İsyanı'nın başlaması üzerine 4 Mart 1925'te Takrir-i Sükun Kanunu'nu çıkarıldı. Bu çerçevede bazı gazete ve dergiler kapatıldı, "Aydınlık" dergisi ile ilgisi olan birçok yazar da tutuklandı. 12 Ağustos 1925'te Ankara'daki İstiklal Mahkemesi'nde açılan davada Nazım Hikmet, gıyaben 15 yıla mahkum edildi. İzmir'de saklanan Nazım Hikmet bunun üzerine gizlice önce İstanbul'a sonra Sovyetler Birliği'ne gitti. Nazım Hikmet, cezasının 1926'da Cumhuriyet Bayramı nedeniyle çıkarılan af kapsamına girdiğini düşünerek, resmen yurda dönebilmek için elçiliğe başvurdu ancak olumlu cevap alamadı. Bu arada 28 Eylül 1927'de İstanbul'da dağıtılan bildiriler yüzünden açılan bir davada gizli parti üyesi olmakla suçlanan Nazım Hikmet, gıyaben 3 ay daha hapse mahkûm edildi.
Nazım Hikmet 1928'de Bakü'de ilk şiir kitabı "Güneşi İçenlerin Türküsü"nü yayınladı. Aldığı cezalardan temize çıkmak isteyen Nazım Hikmet, yasadışı Türkiye Komünist Partisi'nin lideri Laz İsmail'le gizlice Türkiye'ye geldi. Hopa'da yakalandı ve sahte pasaport taşıdıkları gerekçesiyle Laz İsmail ve Nazım Hikmet Hopa Cezaevi'nde iki ay tutuklu kaldı. Bu arada mahkumların daha önce suçlarının olup olmadığının araştırılması için Ankara'ya gönderilmelerine karar verildi. 4 Ekim 1928'de İstanbul'a giden mahkumların önceki suçları birleştirilerek Ankara'da yargılanmasına karar verildi. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi görülen davada, Nazım ve Laz İsmail'in serbest bırakılmalarına karar verdi.
Nazım Hikmet, İstanbul'da Zekeriya Sertel'in yayınladığı "Resimli Ay" dergisinde yazmaya başladı. Mayıs 1929'da yayınladığı "835 Satır" adlı kitabı edebiyat dünyasında büyük bir ilgiyle karşılandı. Bu çalışmasını o yıl içinde çıkardığı "Jokond-Si-Ya-U" ile 1930'da yayınladığı "Varan 3" ve "1+1=1" izledi. Temmuz 1930'da "Salkımsöğüt" ve "Bahri Hazer" şiirlerini yazıp, plağa okuyan Nazım Hikmet'in albümü, Colombia firması tarafından piyasaya sürüldü.
1 Mayıs 1931'de sorguya alınan Nazım Hikmet, ilk beş kitabındaki şiirlerinde "bir zümrenin başka zümreler üzerinde hakimiyetini temin etmek gayesiyle halkı suça teşvik ettiği" iddiasıyla mahkemeye verildi. 6 Mayıs 1931 Çarşamba günü 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nde, Türk Ceza Yasası'nın 311 ve 312. maddelerine dayanarak başlayan yargılama, 10 Mayıs 1931'de beraatle sonuçlandı.
1932'de "Benerci Kendini Niçin Öldürdü" adlı şiir kitabı yayınlanan Nazım Hikmet'in, 1931-1932 sezonunda "Kafatası", 1932-1933 sezonunda "Bir Ölü Evi" adlı oyunları Darülbedayi'de sahnelendi. "Benerci Kendini Niçin Öldürdü" kitabı ile ilgili "halkı rejim aleyhine kışkırtmak" iddiasıyla İstanbul Cumhuriyet Savcılığı, kendine ve babasına hakeret ettiği gerekçesiyle de Süreyya Paşa tarafından davalar açıldı. 22 Mart 1933'te de gizli örgüt kurmak, İstanbul, Bursa ve Adana'da, duvarlara devrim bildirileri yapıştırmak, kitapçıklar dağıtarak komünizm propagandası yapmaktan tutuklandı ve 31 Ocak 1934'te görülen davada, 5 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Ceza indirimi ve dava süresince tutuklu hali göz önünde bulundurularak Nazım Hikmet serbest bırakıldı.
Rusya'da iki kez evlenen Nazım Hikmet, 31 Ocak 1935'te Piraye Altınoğlu ile hayatını birleştirdi. "Akşam" gazetesinde Orhan Selim takma adıyla fıkralar yayınlamaya başlayan şair, çeşitli gazeteler için roman türünde eserler kaleme aldı. Nazım Hikmet, bu arada İpek Film Stüdyosu' nda senaryo yazarlığı, dublaj ve film yönetmenliği de yaptı. 1935'te "Taranta Babu'ya Mektuplar" adlı şiir kitabı yayınlandı. "Unutulan Adam" oyunu Darülbedayi'de sahnelenen Nazım Hikmet, 1936'da "Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin" adlı çalışması okurlarla buluştu. Aynı yılın sonunda bildiri dağıtmak suçlamasıyla oniki kişiyle birlikte tutuklanan Nazım Hikmet, Nisan 1937'de duruşmaların tutuksuz yapılmasına karar verilmesi üzerine serbest bırakıldı. 17 Ocak 1938 gecesi polislerce tutuklanıp kısa bir süre İstanbul Tevkifhanesi'nde bekletildikten sonra Nâzım, Ankara'ya Harp Okulu Komutanlığı Askeri Mahkemesi'ne gönderildi. 29 Mart 1938'de "askeri kişileri üstlerine karşı isyana teşvik" iddiası ile açılan dava, 15 yıl ağır hapse mahkûm edilmesiyle sonuçlandı. 28 Mayıs 1938'de Temyiz Mahkemesi'nin de bu cezayı onaylamasının üzerinde Nazım Hikmet, Ankara Cezaevi'nden alınarak İstanbul'da Sultanahmet Cezaevi'ne getirildi. 10 Ağustos 1938'de de Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi'nde yargılanmaya başladı. 29 Ağustos 1938'de sonuçlanan davada Nazım Hikmet, 20 yıl ağır hapse mahkum oldu ve diğer cezası ile birleştirildi. 1 Eylül 1938'de İstanbul Tevkifhanesi'ne, Şubat 1940'ta Çankırı Cezaevi'ne, aynı yıl aralık ayında da Bursa Cezaevi'ne gönderildi. Bu cezaevlerinde toplam 12 yıl kalan Nâzım Hikmet, yazmaya devam etti. Bu sürede yazdığı eserlerden bazıları; "Dört Hapisaneden", "Kuvâyi Milliye", "Piraye İçin Yazılmış Saat 21-22 Şiirleri", "Piraye'ye Rubailer", "Memleketimden İnsan Manzaraları", "Ferhad ile Şirin" ve "Yusuf ile Menofis".
1949'un ortalarına doğru Ahmet Emin Yalman'ın "Vatan" gazetesinde yazdığı bir dizi yazı ve gazetenin Nazım Hikmet'in avukatı Mehmet Ali Sebük'e yaptırdığı bir inceleme sonucunda kamuoyunda şairin "adli bir hata" yüzünden cezaevinde olduğu görüşü ağırlık kazandı. Avukatlar Cumhurbaşkanına başvurdu, Birleşmiş Milletler Örgütü'nün danışma organlarından Uluslararası Hukukçular Derneği, 9 Şubat 1950'de Nâzım Hikmet'in serbest bırakılması dileğiyle Büyük Millet Meclisi başkanına, milli savunma ve adalet bakanlarına birer mektup gönderdi. Bütün bu girişimlerden bir sonuç alınamadığını gören Nâzım Hikmet, 8 Nisan 1950'de açlık grevine başladı. Kalbinden, karaciğerinden rahatsız olduğu bilindiğinden, Ankara'dan gelen emirle, hemen ertesi gün İstanbul'a getirilerek önce Sultanahmet Cezaevi revirine, sonra da Cerrahpaşa Hastanesi'ne yatırıldı. Avukatının çalışmaların devam ettiğini, çözüm yolu aranmaya çalışıldığını belirtmesi üzerine Nazım Hikmet, 10 Nisan 1950'de açlık grevini erteledi. Bir süre bekleyen şair, 2 Mayıs 1950'de yeniden açlık grevine başladı. 9 Mayıs 1950 günü cezaevinden ambulansla Adli Tıp Müdürlüğü'ne götürüldü. Üç saat süren bir muayene sonucu doktorlar tam teşekküllü bir hastanede gözetim altında kalması gerektiğine karar verildi. Nâzım Hikmet'in, "Ben kobay değilim, hakkımın verilmesi için açlık grevi yapıyorum. Greve cezaevinde devam edeceğim," diye diretmesi üzerine, hastane yetkilileri bu isteği bir tutanakla saptayıp, Üsküdar Paşakapısı Cezaevi'ne gönderildi. Bu arada cezavei dışındakiler yüzlerce telgraf, mektup göndererek açlık grevine bir son vermesini istediler. Nâzım Hikmet 19 Mayıs 1950 Cuma günü kendisine gelen mektupları coşkuyla okuyan vasisi Avukat İrfan Emin Kösemihaloğlu'na, açlık grevine son verdiğini bildirdi. 14 Nisan 1950'de seçimleri kazanan Demokrat Parti tarafından çıkarılan af yasası kapsamında Nazım Hikmet, cezasının üçte ikisi indirilecek olanlar kapsamında yer aldı. 12 yıl hapiste yattığı için 15 Temmuz 1950'de serbest bırakıldı.
Cezaevinden çıktıktan sonra karısı Piraye'den ayrılarak dayısının kızı Münevver Hanım'la yaşamaya başladı. 26 Mart 1951'de çiftin bir oğlu oldu. Bu arada Kadıköy Askerlik Şubesi'ne çağrıldı. Nazım Hikmet'e burada askerliğin yapmadığı ve hemen sevk edilmesi gerektiği bildirildi. Bahriye Mektebi'ni bitirdiğini, güverte subaylığı yaptığını, hastalanarak çürüğe çıkarıldığını söylemesi üzerine elinden bir dilekçe alınarak serbest bırakıldı. Birkaç ay sonra tekrar şubeye çağrılarak Sivas'ın Zârâ ilçesine gönderileceği söylendi. İsteği üzerine Haydarpaşa Hastanesi Sağlık Kurulu'na gönderildi. Kurula on ay önce Cerrahpaşa Hastanesi'nden aldığı, kalbinden, ciğerlerinden rahatsız olduğunu gösteren raporları sunduysa da askerliğini engelleyecek bir durumu olmadığı kararına varıldı. 17 Haziran 1951'de askerlik işini düzeltebilmek için Ankara'ya gitmek için yola çıkan Nazım Hikmet'in Romanya'da olduğu 20 Haziran 1951'de Bükreş Radyosu'nda yayınlanan haberden öğrenildi. Buradan Moskova'ya geçen Nazım Hikmet, 25 Temmuz 1951'de Bakanlar Kurulu kararıyla Türk Vatandaşlığı'ndan çıkarıldı.
Bu dönemde birçok uluslararası kongreye katılan, çeşitli ülkelere yoluculuklar yapan Nazım Hikmet'in yapıtları birçok dile çevrildi. 1951 Ağustos'unda Fadeyev'le birlikte Berlin'deki Dünya Gençlik Festivali'ne, Aralık'ta ise Viyana'da yapılan Dünya Barış Kongresi'ne katılan Nazım Hikmet bu etkinliğin ardından Prag'a giderek Uluslararası Barış Ödülü'nü aldı. 25 Haziran 1952'de Asyalı ülkelerin toplantısına katılmak üzere Pekin'de bulunan Nazım Hikmet, 1-5 Temmuz tarihleri arasında ise Kore Savaşı'na karşı bir toplantıya katılmak amacıyla Berlin'e gitti. 5 Ekim 1952'de Viyana'da düzenlenen barış toplantısının açış konuşmasını yaptı. 12-19 Aralık 1952'de ise aralarında Frédéric Joliot-Curie'den, Aragon'dan başka, Jean-Paul Sartre, Pablo Neruda, Diego Rivera, Arnold Zweig'ın da bulunduğu 83 ülkeden 1700 delegeli toplantının açış konuşmasını yaptı. Nazım artık, Dünya Barış Konseyi'nin yönetici kadrosundaydı. Vatandaşlıktan çıkarıldığı için pasaportu bulunmayan Nazım Hikmet'in dostları dedesinin Polonyalı Borzenski ailesinden geldiğini öğrenmesi üzerine Polonya pasaportu çıkardı. Böylece Nâzım Hikmet büyük dedesinin soyadıyla Polonya vatandaşlığına kabul edilmiş oldu: Nâzım Hikmet Borzenski.
22-29 Haziran 1955'te Helsinki'de yapılan Dünya Barış Toplantısı'na doksan ülkeden 2000 delege geldi. Nâzım Hikmet bu toplantıda Türk delegesi olarak söz aldı. Toplantı sonunda bir kez daha Dünya Barış Konseyi'nin yönetici kadrosuna seçildi. Bu yıllarda yazdığı savaş ve nükleer silahlar karşıtı şiirleri bestelenerek, Paul Robeson gibi Pete Seeger gibi dünyaca ünlü sanatçılar tarafından söylendi.
Eylül 1956'da ağır bir zatürree geçirdi. 3 Kasım 1956'dan 27 Temmuz 1957'ye kadar, Çekoslovakya'daki Yasenik Sanatoryumu'nda dinlendi. 1957'den sonra, Yazarlar Birliği adına Sovyetler Birliği'nin doğudaki ülkelerine yolculuklar yapmaya başladı. Stalin döneminde oluşmaya başlayan bürokrasinin bir eleştirisi olan "İvan İvanoviç Var mıydı Yok muydu?" adlı oyunu, 11 Mayıs 1957 günü Moskova Yergi Tiyatrosu tarafından sahnelendi. Oyun, ilk gece oynandıktan sonra yasaklandı. Ancak eser daha sonra, Riga, Çekoslavakya ve Bulgaristan'da sahnelendi.
Nazım Hikmet, 1955 yılı sonlarına doğru, Soyuz Multifilm Enstitüsü'nden Arnavut giysileri konusunda bilgi almak üzere Valentina Brumberg ile ziyaretine gelen Vera Tulyakova adında genç bir kadına aşık oldu. Evli ve bir çocuk annesi olan Vera ile birlikte "Sevdalı Bulut" adlı eserinin senaryosu üzerinde çalışmaya başladı. Çift, 1960 yılının başında yaşamını birleştirmeye karar verdi. 18 Kasım 1960'da evlendiler.
Ocak 1962'de Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Kruşçev'in direktifiyle Nazım Hikmet'e Sovyetler Birliği pasaportu verildi. Şubat ayında Vera'yla birlikte Asya ve Afrika Yazarlar Birliği Kongresi'ne katılmak üzere Mısır'a gitti. Nazım'ın sağlığı gitgide ağırlaşıyordu buna rağmen ünlü şair, Prag, Berlin, Leipzig ve Bükreş'te yapılan toplantılara katıldı.
Şubat 1963'te Asya ve Afrikalı yazarlarla görüşmek için Tanganika'ya gitti. Mart ve Nisan aylarını Berlin'de geçiren Nazım, Moskova'ya dönüşünde "Cenaze Merasimim" adlı şiiri yazdı. 3 Haziran 1963'te kalp krizi sonucu Moskova'daki evinde öldü. Yazarlar Birliği'nin düzenlediği bir törenle Nazım, Novodeviçiy Mezarlığı'na gömüldü.
İlk eseri 1928'de Bakü'de yayınlanan "Güneşi İçenlerin Türküsü".
Şiir, oyun, roman ve masal türünde eserler yazan Nazım Hikmet'in ilk şiir kitabı "Güneşi İçenlerin Türküsü", Bakü'de yayınlandı.
ŞİİRLER:
Güneşin İçenlerin Türküsü (1928)
835 Satır (1929)
Jokond ile Si-Ya-U (1929)
Varan 3 (1930)
1+1=1 (1930)
Sesini Kaybeden Şehir (1931)
Benerci Kendini Niçin Öldürdü (1932)
Gece Gelen Telgraf (1932)
Portreler (1935)
Taranta-Babu'ya Mektuplar (1935)
Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı (1936)
Saat 21-22 Şiirleri (1965)
Dört Hapisaneden (1966)
Rubailer (1966)
Ferhad ile Şirin (1965)
Sabahat (1965)
Memleketimden İnsan Manzaraları (5 cilt, 1966-1967)
OYUN:
Kafatası (Ocak Başında; Kafatası; Bir Ölü Evi; Unutulan Adam; Bu Bir Rüyadır)
Ferhad ile şirin (Yolcu; Ferhad ile şirin; Sabahat; Enayi)
Yusuf ile Menofis (Allah Rahatlık Versin; Evler Yıkılınca; Yusuf ile Menofis; İnsanlık Ölmedi Ya; İvan İvanoviç Var mıydı Yok muydu?)
Demokles'in Kılıcı (İstasyon; İnek; Demokles'in Kılıcı; Tartüf-59)
Kadınların İsyanı (Kadınların İsyanı; Yalancı Tanık; Kör Padişah; Her şeye Rağmen)
ROMAN, ÖYKÜ, MASAL:
Kan Konuşmaz
Yeşil Elmalar
Yaşamak Güzel şey Be Kardeşim
Hikâyeler
Çeviri Hikâyeler
Masallar
YAZILAR:
Sanat, Edebiyat, Kültür, Dil konularında; Yazılar (1924-1934)
Yazılar (1935)
Yazılar (1936)
Yazılar (1937-1962)
MEKTUPLAR:
Nâzım ile Piraye
Cezaevinden Memet Fuat'a Mektuplar
HOŞ GELDİN
Hoş geldin, kadınım benim, hoşgeldin.
Yorulmuşsundur,
nasıl etsem de yıkasam ayacıklarını,
ne gül suyum, ne gümüş leğenim var.
Susamışsındır,
buzlu şerbetim yok ki, ikram edeyim.
Acıkmışsındır,
sana beyaz keten örtülü sofralar kuramam
memleket gibi esir ve yoksuldur odam.
Hoş geldin, kadınım benim, hoş geldin!
Ayağını bastın odama
kırk yıllık beton çayır çimen şimdi
Güldün,
güller açıldı penceremin demirlerinde.
Ağladın,
avuçlarıma döküldü inciler;
gönlüm gibi zengin
hürriyet gibi aydınlık oldu odam.
Hoş geldin kadınım benim, hoş geldin.
1948
SICAKLARDA
Bu sıcaklarda seni düşünüyorum
çıplaklığını
boynunu bileklerini
minderde ak bir kuş gibi yatan ayağını
senin söylediklerini.
Bu sıcaklarda seni düşünüyorum
bilmiyorum aklımda en çok kalan ne
gözümün önüne gelen
boynun mu bileklerin mi
çıplak ayağın mı
bana benim olurken söylediklerin mi?
Bu sarı sıcaklarda seni düşünüyorum
bu sarı sıcaklarda bir otel odasında seni düşünüp
yalnızlığımı soyunuyorum
biraz da ölüme benzeyen yalnızlığımı.
(10 Temmuz 1959)