Kral ve Demokrasi
Uzun zaman önce, (uzun zaman dediysem, o ülkede cumhuriyetin ilanından siz deyin otuz, ben diyeyim kırk sene sonra) çok uzak bir ülkede kendi halinde yaşayan garip bir çoban varmış.
Bu yetim çoban, köyünün dağlannda sabahtan akşama kaval çalarak koyunlarını otlatır, süt kadar duru ve gürültüsüz, mutlu bir hayat yaşarmış.
Günlerden bir gün yanık ezgileri ulu dağlann derin vadilerinde yankılanırken, ak ve kara koyunlarından çok farklı, yanardöner, gece mavisi tüyleriyle bir koyuna ilişmiş gözleri…
Koyu mavi koyun, otlayıp meleyen diğerlerine göre bir davranış bozukluğu içinde, denize nazır bir yüksek kayalıkta kıpırdamadan öylece durup, sanki derin düşüncelerle manzarayı seyrediyormuş. Günler geçmiş…
Diğerleri koyunluğun doğasını yaşarken, mavi koyun aynı yerde, aynı anlamlı bakışlarla öylece durmaktaymış.
Çoban, kavalını şalvarına sıkıştınp kayalıklarda bin bir güçlükle bu sürü dışı koyunun yanına tırmanmış.
Daracık kayalığın üzerinde uçuruma yuvarlanmamak için denge hareketleri yaparken, nerdeyse bir yoga oturuşuyla tefekküre dalmış koyunun sağ kulağının altından olduğunu görmüş! (Üstelik üzerinde olağanüstü pırlantalar!)
Koyu mavi koyun, "Hoşgeldin çoban," demiş. "Bildiğin gibi, senin süründen değilim ben. Madem beni farkedip yanıma geldin, sağ kulağım senindir.
Çek kopar o paha biçilmez altını… Ki, ulvi düşüncelerimi rendeleyen düşlerin gerçekleşsin!"
Çoban asırlar süren kısa bir şaşkınlık sonrası çekip koparmış koyu mavi koyunun altın kulağını.
O anda siyah pelerini, uçuşan uzun saçlarıyla bir seyyaha dönüşmüş koyun. "Merhaba," demiş seyyah.
"Düşlerini biliyorum. Hep ülkenin insanları olarak düşledin şu koyunları… Bu yüksek tepelerde bir saray düşledin. Ve bir kraliçe… Düzen gecelerinin hınzır fantezileri için.
Börtlek gözlerle bakma öyle, ben cinim… Ve senin için geldim uzak diyarlardan… Bütün düşlerini nerden bulduğunu hiç sormayacağım bir altın kulak karşılığında verebilirim sana." Çoban uzatmış elindeki altını seyyaha. 0 anda, su hendeğindeki asma köprünün başında öylece duran prensesi ile, görkemli bir saray peydahlanmış korku kayalıklarının üzerinde.
Saçları ve pelerini tanrısal uçuşlarda uzaklaşan seyyahın sesi yankılanmış dağlarda; "BİR KIZIN OLACAK! ADINI 'DEMOKRASÎ' KOY. ONUN ÇOCUĞU SENİN GELECEĞİNDİR!"
Günler su olup akmış… Gerçekten de nurtopu gibi bir kızı olmuş kralın. Sarayın yaşlı bilgeleri, kralın kızına "Demokrasi" adını vermesinin yaratacağı tehlikeli gelecek için sarayı uyarmışlar ama, çoban kral her şeyini borçlu olduğu gizemli seyyahın isteğine uyarak "Demokrasi" koymuş kızının adını.
Demokrasi serpilip büyümüş, dünyalar güzeli bir genç kız olmuş.
Evlilik çağı geldiğinde, tellallar ülkenin dört bir yanına çağrılar yapmışlar prens adayları için.
Yıllar süren arayışların hepsi fos çıkmış. Demokrasi, hayatını birleştireceği insanı seçemiyormuş bir türlü…
Bir gün bir soytarı çalmış sarayın kapısını. Pırıl pırıl giysileri içinde, fıldır fıldır gözleri… Taklalar, gözbağcılık, türlü şirinlikler… "Beni kralla görüştürün!" "Lan, git! Soytarıdan prens mi olur?" "Kendim için gelmedim salak nöbetçiler! Bu ülke için görevlendirilmiş kahraman bir soytarıyım ben! Krala diyeceklerim var."
Allem etmiş kallem etmiş, kralın huzuruna çıkmış soytarı.
Kızının ve ülkesinin geleceğinden yana dertli olan kral; "Haydi konuş," demiş. "Eğer söz verdiğin gibi, bir dakika içinde çözemezsen dünyalar güzeli kızımın evlilik sorununu, ölümlerden ölüm beğen!" Soytarı;
"Yüce kralım, hikâyenizi biliyorum/' demiş. "Senin halkın ak ve kara koyunlardan oluşuyor. Onların arasında damadını, ülkenin geleceğine yön verecek prensini bulamazsın. Ben şimdi sana sihirli bir değnek vereceğim. Bu değneği kızına ver. Benim ülkemde eşsiz vuslat hikâyeleriyle birbirlerine demokrasiyi anlatıp, demokrasiyi bekleyen, prens adayı yüzlerce soytarı var. Soytarı dediysem, hepsi okumuş çocuklar… İnsanlarımız onlarla gurur duyuyor! Al kızını düş yollara…"
Çoban kral ve kızı sihirli değnekle düşmüşler yola. Uzun ve külfetli bir seyahat sonrası varmışlar soytarılar ülkesine.
Demokrasi âşıkları, yıllardır platonik aşk yaşadıkları Demokrasi'yi etten kemikten güzeller güzeli karşılarında görünce sevinçten çılgına dönmüşler. Kırmızı halılardan geçirip, şeref locasına almışlar tarihi konuklarını. Kral ve Demokrasi bütün haşmetiyle kurulmuş soytarılar meclisine. Smokinli teşrifatçılar olanca kibarlıklarıyla Demokrasi'yi kürsüye davet etmişler.
Demokrasi, transparan gelınliğinin derin ihtişamıyla kürsünün üzerinde öylece durmaktayken, soytarılar ona dokunabilmek için hamle üstüne hamle yapıyorlar, inanılmaz bir izdiham yaşanıyordu.
Derken tiz bir ses duvarları inletti: "Soytarılar bi dakka!.. Bir dakika! Bu böyle olmaz.
Biliyorum hepiniz âşıksınız Demokrasi'ye. Yıllardır hepinizin rüyalannı süslüyor bu güzel kız! Ama bilirsiniz, bir kızı herkes ister bir kişi alır. Onun için bir sınav öneriyorum… Burada apaçık görünen Demokrasi'yi en güzel tarif eden alsın onu!"
Değişik renklerle, kimi saçlarından, kimi gözlerinden, kimi göğüslerinden, şehevi görüntüsünden dem vurmuş Demokrasi'nin.
Kimi demiş ki; "Demokrasi gizliliktir. Onu alacaksın, kara çarşafların, peçelerin, kafeslerin ardına koyacaksın ki, vücudu, beyni, yüreği karanlıkta kalıp değerlensin bizim şahsımızda."
Bazıları hak vermişler. "Evet. evet! Demokrasi gizliliktir. Gözlerden uzak bir yerlerde belli belirsiz hissettirecek varlığını… Bizler eşkıya çeteleri gibi, onun adına kurbanlar alıp kurbanlar vereceğiz.
İşte böyle tutkulu, gözü dönük bir aşk yaşamalıyız."
Çoban kralın şeref locasından seyrettiği tiyatro günlerce sürmüş…
Bir gün birisi, çar kostümlü bir başka soytarının koluna girip; "Demokrasi," demiş, "Benim çalma özgürlüğümdür. Cinsim gereği Demokrasi ile halvet olmam olanaksız. Ama her şeyi onun adına yaptığımı bilsin, hırsızlıklara, yalancılıklara, zamanaşımlı derin felsefelerle bakabilip gülümsesin yeter."
Bütün bunlar olurken hepsinin gözü çoban kraldaymış.
Damatlığına talip oldukları babanın, her nasılsa peydahlayıp sahiplendiği Demokrasi'yi vermek adına onlara aba altından, göründüğünden güçlü, sihirli bir sopa göstermesinden şikâyetçi homurtular yükselmiş… (Yazarın notu:
O baba ki, evrensel bir ihtişamla uzaylarda salınan Demokrasi'nin varlığını, gerçekliğini, daha doğumundan önce bildiği halde, büyük bir stratejist olarak krallığının bugünlerini ve geleceğini parlatmak adına, şimdi uydurduğum bir Kızılderili öyküsünde denize dökülmelere doğru kaynağından fışkıran altın sular gibi, gerektiğinde eğilip, bükülüp, kabullenerek, gücü yettiğinde taşıp, yıkarak, bir türlü aşamadığı gizli insani ihtiraslarını alabora etmeyecek, ters rüzgârsız kitlesel dalgalanmalarda bilgeleşerek, sanal bir demokrasi masalının kerameti kendinden menkul kahramanıdır.)
Derken, inanılmaz bir şey olmuş. Kürsüdeki o güzeller güzeli kız haykırmış soytarılara:
"Bilirim hepiniz sahip olmak istersiniz bana. Benim düşüncemi, koşullarımı sormadan günlerdir ko-nuşuyorsunuz…"
Soytarılar meclisıni buz gibi bir sessizlik kesmiş. Aylar önce tavana yapışan bir çiğ köfte düşmüş de, onun sesi duyulmuş. İşte öylesi bir ölüm donukluğu…
"Baba!" demiş Demokrasi. "Fırlat sihirli değneği." Babanın kürsüye fırlattığı değnek, bilimkurgu filmlerinin lazer kılıçları gibi ışıklarla dönenip Demokrasi'nin elinde parlamış. Demokrasi:
"Bu değnek sihirlidir… 'lnsan' gibi insan sarrafıdır. Unutun yalancıktan beni sahiplenme, bana dokunma hayallerini.
Şimdi ben tek tek size dokunacağım bu sihirli değnekle.
Gerçek düşünceleriniz -eğer satılmamışsa ve hâlâ varsa- özbenliğiniz, gerçek hayatınız, gerçekliğiniz şekillenecek o an, herkesin gözü önünde belirecek yedi boyutlu halogramlarda…
Demokles'in sihirli kılıcı ile size dokunduğumda, ruhunuzun bütün pisliklerden arınmış ışıklı halesiyle aydınlanırsa yüreğim, küçük insanlığını aşmaya yücelmiş o güzel insanla evleneceğim."
Soytarılar, ışıktan kaçan vampirler gibi gerilemişler dalga dalga.
Onlar sokaklara kaçışırken, bağırtılar kakafonik bir senfoniye dönüşmüş:
"Hoop sen kim oluyorsun!" "Demokrasi bile olsan dokunamazsın bize." "Bize dokunursan önce sen zarar görürsün.
Soytarılar meclisi boşalmış birdenbire… Koridorlardaki Demokrasi, müstehzi bir çaresizlik içinde bakmış üvey babasına. iyi de olmuş…
Yoksa Demokrasi, çağların yalnız bırakılmışlığında, olası erotik duhul zayıflıklarında dokunup gerdeğe girseydi sahte âşıklarından birisiyle…
Tekmil pislikten ibaret bir yaratık dünyamıza gelecek… Ve tarihi kullar ucubeyi veliaht bileceklerdi.
(O gizemli seyyahın söz ettiği geleceğin çocuğu bu olamazdı.)
İyisi mi hiç dokunmayalım sahte âşıklara / insancıklara!
Böylece, hem soytarıların yalancıktan korumalı sanal dünyaları yıkılmamış olur.
Hem, belki de biz, bu koskoca özgürlükler ülkesini çıkarlarınca perdelemeye niyetlenmiş sahteci soytarıların halüsinasyonlarından öte, yaşanası gerçek bir çağa, güdük olmayan, kıçından korkusuz insanların yaşadığı, kralsız, soytarısız, bacısız, hocasız, aydınlık günlere kavuşuruz.
Işık ve sevgiyle…