Işık ve Sevgiyle
Türkiye'de bütün çevre felaketlerinden daha büyük bir felaket yaşanıyor…
Çevre duyarlılığı bireyin önce kendini fark edecek beyinsel aşamaya ulaştıktan sonra kazanacağı bir yetenek…
Oysa Türk toplumu uzunca bir süredir aşamanın anlamını her konuda yitirmiş durumda…
Son on yıllarda büyüttüğümüz soyağacında elimizi attığımız her dalda cehalet, özensizlik, tepkisizlik ve teslimiyet var…
Cehalet… Çünkü nüfusu yetmiş milyona varan Türkiye'de kitaplar ortalama iki bin adet basılıyor ve istisnalar dışında yıllarca raflarda tozlanıyor…
Başka ülkelerde bazı sanatçılar daha da uca giderek, normal bir düşünce seyri çizen toplumlarından kopar giderler… Anlaşılan ve anlaşılmayan dehalar olurlar…
Oysa Türkiye'de toplum, toplu olarak kör bir kuyunun içinde yaşama sanatından kopmuş durumda…
Bu insan, bir yıl sonrasının, bir ay sonrasının, bir hafta sonrasının katranlı sorunları içinde… Yakın çevresinde hayat ışığı alacağı sevgileri, dostlukları yok… Radyosundan, televizyonundan çok nadir duyar umutlu şarkıları…
Bu insanın -belki şartları gereği- sabahları yüzünü yıkamak, dişlerini fırçalamak, doktora gitmek, temiz giysiler giyme alışkanlığı yok… Şaka etmiyorum, en aşağıdan en yukarıya mağara devri gibi bir dönem yaşıyoruz… Dikkat etmiyor musunuz, sokaklarda insanlar boşlukta gibi, amaçsız, şaşkın ve duyarsız deviniyorlar…
Ağır bir hastalıktan kalkmış hastalar gibi, önlerine ne konursa konsun tepkisiz yiyorlar, hazmediyorlar… Bu insan, burnunu karıştırır, sokaklara tükürür, işer…
Çünkü "böyle gelmiş, böyle gider" bir çoğunluk yaratılmıştır…
Bu büyük çoğunluğun dışındaki, düşünebilen daha duyarlılar ise, bu ülkede beyinsel ve gönülsel değerlerin beş para etmediğini göre göre kendilerini önce bilinçli, sonra yozlaşmanın debisinde kalınlaştırıp, kabın şeklini alarak düşleyemeyecekleri makamlara ulaşıyorlar…
Bu tam bir kısır döngüdür…
Toplum, kendi yozluğu içinden çıkarttığı yöneticilerle daha da yozlaştırılıyor…
Bu kısır döngüye her şeyin dışında kalabilmiş bir beyin "dur" demedikçe, kalite kaçınılmaz bir şekilde her geçen gün daha da düşecek ve geri gidiş bir çığ haline dönüşecek…
Çevreciler, ne bu insanın zevklerine uygun davul zurnalı eylemlerle, ne de akademik takılmalarla Türkiye'de hiçbir yere varamazlar…
Tabii, toplu bilinç yaratılmaksızın, birkaç termik santralın yapımını, birkaç parkın yıkımını durdurmayı başarı sayıyorlarsa, o zaman başka…
Sokağa tükürebilen, burnunu atabilen, işeyebilen adama ozondaki deliği ve sonuçlarını anlatmanın bir yolu -şimdilik- yok …
Farkında olduğu veya daha kötüsü farkında olmadığı, kendi felaketi içindeki adamı torunlarının yaşayacağı çevre felaketi ne kadar ilgilendirir?..
Yaşamın zenginliğini, güzelliğini kendi hayatında yakalayamamış bir insan, türleri yok olan canlılara ne kadar üzülür?..
Geleceğe, beyinsel değerlerin kesin üstünlüğüne, sevgiye yönelik hiçbir ışık verememeksizin, ilkokuldan başlayarak, paranın kesin belirleyiciliğine ve ne şekilde olursa olsun, bütün insani değerleri aşarak kazanılması gerektiği düşüncesine hapsettiğimiz çocuklar bugün toplumu şekillendiren bireyler oluyor… Birçoğu bugün yönetici konumunda…
Bu insanlar toplumu hangi ulvi değerler için harekete geçirebilirler?…
Olaki, bir şekilde katastrof'tan korunabilmiş insanlar farklı bir şeyler, yükselen cilalı değerlerin dışında, daha hassas, daha derin bir şeyler söylüyorlar insanlara… Sokağa tükürebilen bir adamı ne kadar ilgilendirir bu?..
İnsan, gece, kendinden ve yaşadıklarından hoşnut başını yastığa koyup, sabah, inançla, umutla, dostlarının sevgilerine hasretle kalkıyorsa, yakın çevresinde sadece insan olarak değerinin ayırdına varabiliyorsa, kendini fark ettikçe çevresindeki hayatın, canlıların, doğanın değerini fark edebilir…
Yeşil düşünceye gerçekten sahip insanların, insanlara önce kendi öz değerlerini ve bu güzelim özün insana yakışır bir hayat yaşayabilmesi için başka canlıların, onların haklarının, doğanın ne kadar önemli olduğunu anlatmaları gerekir…
Hayat sevgisinin keyfine derinlemesine vakıf olamadıkça, Yeşiller'in yaptığı toplu eylemler uçucu ve alışılmış sürü mantığını kullanma hareketinden öteye gidemez…
Son zamanlarda "yeşil düşünce" adına duyduğum en sevindirici haber, ilkokuldan başlayarak çevre dersi konulacağı oldu…
En sonlara koyacakları üniteleri en başlara koyup, sayfaları ormanlarımızla, yok olmalarla, kirlenmelerle, ozon tabakasıyla, balinayla doldururlarsa, çevre dersi tabiat bilgisi güdüklüğünde kalır…
Önce insanın nasıl değerli, nasıl olağanüstü bir varlık olduğu, insan beyninin ve sevgisinin öncesine hiçbir gündelik değerin geçemeyeceği, böyle değerli bir varlığın kendi güzel hayatı için doğa içinde sorumlulukları olduğu anlatılmalı…
O insan, kendi değerini fark ettikçe, başkalarının, diğer canlıların, doğanın, hatta cansız varlıklarını kendi hayat dekorundaki rollerinin önemini anlar…
Bu kıvılcım yanabilirse, "rol icabı" başlayan küçük sorumluluklar büyüyerek doğru hayatın kendisi olur…
İnsanlar, birbirleriyle, doğayla, geçmişle, gelecekle nasıl bir bütünlük içinde olduklarını sezdiklerinde, toplum bütün değerleri daha hassas terazilerde tartmaya başlar…
Sanatta, siyasette, dostlukta, aşkta, işte kendi beyninin kıvrımlarına yetecek kadar derinlik ister… Bu talebin karşısındakiler de toplumun boyutuyla doğru orantılı bir yükseklikte olurlar…
Bırakın sokaklara tükürmeyi, küfretmeyi, egoizmi, itişip-kakışmayı, yalan söylemeyi, köşe dönmeyi… Yağlı saçlarla sokağa çıkmamın bile bir görüntü kirlenmesi yaratabileceğini, yüksek sesle çalan müziğin gürültülü kirliliği yaratacağını bilirler…
İnsan olarak hayatımızın güzel bir anlamı var… Bu anlamı geleceğe sağ salim teslim etmeliyiz… Çünkü gelecektekiler bu anlamı bizim geleceğimiz olan geçmişten alacaklar…
Her şeyin yanlış öğretildiği, yanlış öğrenildiği bir çağda hâlâ doğruyu hissedip, söyleyip, hayatlarına geçirebilenler varsa, onlar, hata yapanların da kendilerini ve geleceklerini kurtarmak için kullanabilecekleri köprülerdir…
İnsan büyüdükçe, dünya, kâinat küçülür…
Dar gelir, değeri anlaşılır…
Işık ve sevgiyle…