İLHAN İREM, ANNEANNEM VE ORTA ŞEKERLİ KAHVE / Altay ÖKTEM
Mutluluktan uçuyordum… Yıllar önce, ne yılları ya, bir-iki gün önce birisi çıkıp da “Üç vakte kadar mutluluktan uçuyorum cümlesiyle başlayan bir yazı yazacaksın” dese, hayra yormazdım. Kesin bir gelecek var başıma diye düşünür, artık kurşun mu olur tütsü falan mı, bir şeyler döktürür, kafamın etrafında üç kere döndürtür, bu lafı eden kişiyi de döverdim muhtemelen. Ama olanlar oldu işte; mutluluktan uçuyorum diye bir yazı yazıyorum şu anda…
Gerçi uçmanın da çeşitleri var. Hayatım boyunca hiç uçmadım desem yalan olur, ama mutluluktan uçtum mu daha önce? Hatırlamıyorum. Hadise şöyle başladı. İğne atsan yere düşmeyecekti sanki; ama büyülenmiş gibi sahneye bakan o kalabalığın içinde, havaya iğne atarak bu deyimin doğru olup olmadığını test etmeyi düşünen bir kişi bile yoktu. Daha bir iki saat önce gök yarılmış, ahmakıslatan değil, toplumumuzun en zeki münferit şahıslarını bile affedersiniz donuna kadar sırılsıklam eden bir yağmur peyda olmuştu İstanbul semalarında. Konser organizasyonlarına alışık bir bünye ne düşünür bu konuda? Şöyle düşünür; bizim pimpirikli izleyicimiz öldürsen açık havada, sağanak yağmur tehdidi altında yapılacak bir konsere gitmez. Oturur evinde “tivi” izler. Mehmet Ali Erbil’i var, İbrahim Tatlıses’i var, Demet Akalın’ı var, seçenek bol yani. Hem çayını da içersin sıcacık sıcacık televizyon karşısında. İstersen kanepeye bile uzanırsın. Hatta hatun da uzanır yanına, hem izler hem mıncıklaşırsınız, kim karışır…
Akıl almaz sayıdaki insan, bu söylediklerimin tersini kanıtlamak istercesine, izdihami bir kalabalık şekline bürünmüş, yığılmıştı Açıkhava Tiyatrosu’na. Bir tarihe tanıklık edeceklerinin farkındaydılar sanki. Yıllardan sonra İlhan İrem sahneye dönmüştü. O bilinçli inzivadan çıkmış, kendine kucak açanlara o da kollarını açarak cevap vermişti, simsiyah kıyafetler içinde…
Konserde değil, topyekün bir büyü törenindeydik sanki. Yıllardır, bıkmadan usanmadan “Işık ve Sevgiyle” diyen İlhan İrem, ışığın da, sevginin de siyahın içinden süzülerek geldiğinin canlı kanıtıydı o gece.
Gerçi sesinden ve sözünden uzak kalmamıştık hiç. Albümleri hep bizimleydi. Müziğe bir an bile ara vermemişti ama ne sahneye çıkıyor, ne de kimseyle röportaj yapıyordu… Görünmüyordu. Bu imaj çağında, görünmeden efsane olabilmenin zorlu ama kalıcı kanıtı gibiydi. Eh, hangi şarkıcıya binlerce kişi, hep birlikte, ayakta vokal yapmıştır ki bugüne kadar? Daha önce Radyodan, binlerce kişiyle değil, sadece anneannemle beraber dinlerdim ilhan İrem’i. Bazı anılar kazınır ya hafızaya, öldürsen çıkmaz…
Anneannemin oturma odasındaki gaz sobasını, üstünden pileli örtü sarkan sediri ve o koskoca tahta radyoyu hiç unutmadım. Daha kapıdan içeri girdiğim an mutfağa gider, orta şekerli iki kahve yapardı. Sonra karton kutudaki Gelincik sigarasından bir tane çıkarıp dudağına yerleştirir, “kahvenin yanında iyi gider” diyerek bir tane de bana uzatırdı. İlk kahvemi de ilk sigaramı da anneannemle içtim. Kulağı da az mı işitiyordu ne, o radyo bangır bangır bağırırdı hep odanın ortasında. Hangi kanalda radyo tiyatrosu varsa anneannem radyonun kulağını çevirir, o kanalın frekansını pat diye buluverirdi. Bir de ince sesli bir şarkıcıya musallat olmuştu o yıllarda. Gencecik bir çocuk “Sazlıklardan havalanan / bir ördek gibi sesin” diye inletiyordu ortalığı. Bak derdi anneannem, bu çocuğa dikkat et, çok büyük bir şarkıcı olacak ilerde… Aman ilerde kim ne olacak ne anlardım ben, on üç yaşında bir çocuktum daha, sigarayla, kahveyle iyi gidiyordu İlhan İrem’in sesi, onu bilirdim yalnızca!
Yıllar sonra, bir dergide yazım yayınlandı. Yan sayfada da İlhan İrem’in yazısı olduğunu, bir çeşit dergi kardeşliği yaşadığımı görünce gururdan ölmüştüm neredeyse. Anneannem yaşasaydı, koşup yanına gider, bak kahve içerken dinlediğimiz o şarkıcıyla aynı dergide yazım çıktı diye çığlıklar atardım. Ama geç kalmıştım, çok geç…
Geçen ay, Güven Erkin Erkal, Yüxexes dergisinde hazırladığım edebiyat sayfaları için, Karakalem için yani; yıllar önce Hey dergisinde İlhan İrem’in başlattığı bir geleneğin devamı aslında bu, deyince “Yuh benim hafızama” diye söylenmeye başladım… Anneannem o yaşında Hey okurdu bir de unutmuştum… Gerçi İlhan İrem o sıralarda henüz hazırlamıyordu Hey’deki o sayfayı. Anneannem ona da yetişemedi yani. Ben yetiştim! Cem Karaca’nın verdiği son konserlerden birini de izlemiştim Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda. Aynı yerde, bu kez İlhan İrem’in yıllar sonra dinleyicisiyle bir araya geldiğine tanık oldum. Türk, hatta dünya müzik tarihinin iki büyük efsanesiyle de kesişti yolum…
Torunumdan daha şanssız olma ihtimalim yüksek, ama anneannemden daha şanslı olduğum kesin! Torunuma anlatacak iki büyük anım var şimdiden.
Altay ÖKTEM
Penguen Dergisi / 05 Ekim 2006