Haydi Sanduka Başına!

Evrim çizgisini insanlık boyutunda sürdüren insanlar için tahammül sınırlarını fersah fersah aşan toplumsal yapı bozukluğu, kültürel, duygusal çöküş, her alanda, her şekilde yozlaşma ve yobazlık yaşanıyor.

Bugünlerde Cumhuriyeti, laik, demokratik hukuk devletini yutmaya cüretlenen bir batak ve zifir haline gelen alacakaranlığın geçmişine, ilk tehlike işaretlerinden bu yana yolculuk yaptığımızda, genellikle Türk toplumunda izler bırakmış veya tarihin derinliklerine gömülmüş liderleri kerteriz alıyoruz.

Onların cahillikleri, çıkarcılıkları, hırsızlıkları, yalancılıkları, din sömürüleri, kişiliksizlikleri, hayatın lezzetini, insani değerleri ve toplumsal karakteri günbegün paslandırıp, bugün iki duvar arasına sıkışan, sıkıştıkça vahşileşen, kilitlenmiş halk katmanlarını oluşturdu.

O liderlerin birçoğu, kendilerini, koltuklarını, çıkar çevrelerini, vatanlarından, halklarından daha çok seviyordu.

Mertebelerini kaybetmemek, yeni payeler kazanmak, maddi manevi çıkarlarının peşinde koşmak uğruna, her türlü tavizi, din sömürüsünü, mandacılığı, rezilliği yaptılar, yapıyorlar.

Menderes'ten bugüne hızlı bir yolculuk yaptığımızda ayaküstü verilmiş inanılmaz demeçler, kişiliklerinin yanı sıra vatanını bile satış kefesine koyabilenlerin akıl almaz sahteciliklerini görüyoruz.

Elli yıldan beri, gelen gideni aratıyor… Ve Türkiye Cumhuriyeti tırmanmaya başladığı evrensel yokuşun en hassas virajına gelmişken, kaygan bir zemin üzerinde sürekli geriye yuvarlanıyor.

Cumhuriyetin hayatımıza sunduğu güzellikler, Cumhuriyete sahip çıkmayan, üstüne üstlük kendilerini iyot gibi açığa çıkarıp, olup biten her şey için

Cumhuriyeti suçlayan hainlerce sulandırılıp, şekerrenk, tatsız bir yaşantıya dönüştürüldü.

Şimdi bu pembe yalan baloncuklu, yeşil/siyah, pis günlerin akışında, duyarsız, sanatsız, kalın, sağır bir insanlar yaratığı yaşıyor.

Bugünleri… Bugünlere kadar olup bitenleri biliyoruz.

Sözü getirmek istediğim konu, olayın bir başka boyutu.

Bilerek ya da bilmeyerek, her oluşumda, her kötü gidişte, belki de kulluk döneminden kalma alışkanlıkla sürekli olarak başkalarını suçlayıp, hep masum, mazlum, kandırılmış insanlar olarak Türk toplumuna sonsuz bir hoşgörüyle baktık. Ama Türk insanı benim gözümde şaibelidir. Bu ciğfe siyasetçileri, yalancıları, hırsızları, din sömürücülerini seçimden seçime uzaylılar gelip başımıza geçirmiyor!

Herkes hak ettiği hayatı yaşar… Ve maalesef elli yıldan beri cılız kıpırdanışların ötesinde kalan kalabalık, koyunlar gibi her söze inanan, hayat ışığını kaybetmiş melül bakışlarla, tepkisiz bir sürü halinde yaşıyorlar.

Böylelikle, Türkiye'yi babalarının çiftliği zanneden küçük beyinli büyükbaşlara gün doğuyor.

Artık soluk almakta zorlandığımız, konsantre bir dışkı jölesi halini alan bu ağır gökyüzünün sorumlusu tek tek bütün Türk insanlarıdır.

Hafızasını kaybetmiş bu insanlar, rezilliklerin kapısını ilk aralayan ucuz politikacıları demokrasi şehidi ilan edip, devlet törenleriyle anıt mezarlara gömmediler mi?

Türk-İslam sentezini başımıza sarıp, Atatürk'ün partisini ve bütün kurumlarını kapatan beton Atatürkçüsü cuntacıların dar dikimli anayasalarına yüzde doksansekiz "evet" demediler mi?

Üç-beş kıçıkırık oy için tarikatlarla halvet olup, İmam Hatip Okulları patlamasını başlatanlara tekrar tekrar oy vererek, onları en yüksek rakımlı tepelere getirmediler mi?

Böylesine aymaz bir kalabalığın yarattığı kaosta, ölümler bile bizi,

"Benim memurum işini bilir," diyebilecek kadar doğruluktan, insani değerlerden yoksun bir sözde devlet adamının gölgesinden kurtaramıyor.

Artık yalancılığı, çirkinleşen suratlarındaki gözlerinden börtleyen, mal-mülk, altın düşkünü istifçiler, konvoylarla, kurbanlarla kucaklanıp, alkışlandıkça, başımıza, kör toplumun hem kel hem fodul diktatörleri kesilmeye kalkıyorlar.

Hayatınızın sığ kalıplarına sıkışmış, "eyvallah" görüntülü sessizliğiniz ve teslimiyetiniz sürdükçe, bugün televizyon kanallarını basıp, kapatan, gazeteleri kurşunlayan çete döküntüleri, yarın attığınız her adımın çetelesini tutmaya başlayacaklar.

Medyanın külliyetli bir kesimine yuvalanmış, dolarların peşinde köşe kapmaca oynayan her devrin satılmışları, salya sümük, Özal, Çiller, hoca edebiyatını sürdürüyorlar…

Ve liderlerin birçoğu liderden çok bir sahtekâr portresi çiziyorlar.

Onların doğası bu…

Ama siz de, nerdeyse topyekûn, bu oyuncak pusulaların kilitlendiği kolay kazanç hayallerine adapte olmaya dünden teşne imişsiniz.

Arı ve duru kalabilmiş bir avuç güzel insanın ötesindeki yaratığı oluşturanlar, en cahilinden aydınına, sıradan vatandaştan en yüksek tepedekilere kadar, kendini kayırma, yalanlarla kazanma mikrobuna öyle bir bulaşmışsınız ki, bir türlü aklanamayan irinler, aile ilişkilerinden sevgilere, dostluklara, televizyon kanallarından sanata, siyasete, spora, trafiğe, her yeri sarıyor. Kanser tedavisini bilirsiniz.

İlaç ve şua tedavisi yanıt vermezse, habis bölge vücuttan çıkarılıp atılır.

Yarın, toprak altında aydınlıktan bihaber ölüler ya da orası burası kopuk, yarım yamalak insanlar olmamak için, bugün size biçilmek istenen hacı-bacı kreasyonu olan, çete dikişli şeriat kefenlerini yırtmanız gerekiyor.

Türk insanını koyun ve aptal yerine koyup, dünyaya rezil eden ölü yıkayıcılarına verilecek en güzel ve en korkutucu yanıt, sanduka başında kefeni yırtmaktır.

Işık ve sevgiyle…

İlhan İrem Official Web