Eski Sinemalar
Yıllar önce, İstanbul'un betonlaşmamış manzaralarının tenha caddelerindeki iki katlı, sarmaşıklı küçük hanımefendi evlerinde çekilen, Filiz Akın'lı, Türkân Şoray'lı, Ayhan Işık'lı, Ediz Hun'lu, Hülya Koçyiğit'li, Belgin Doruk'lu, Vahi Öz'lü, Bedia Muvahhit'li filmlerde tanıştık onunla. Adını söylemeyeceğim, siz bulun! Hani kötü adam, efradına emirler yağdırır, astırır, kestirir…
Tüm alengirli işlerini mutlu sona kadar sürdürürdü.
Hani, bu ayak oyunlarına aklı hiç ermeyen temiz yürekli cahil delikanlıya, köylü kızına günün birinde talih gülerdi…
O genç kızın, o doğal adamın kent sokaklarında yalpalamasına, Cevat Kurtuluş'un, Sami Hazinses'in, Sadri Alışık'ın ve sadâ olan daha birçoklarının dürtüklemeleriyle gülerdik bol bol… Seneler geçti, bindokuzyüzseksenlere geldik. Birileri ipliği, dokuması, kreasyonu uzak diyarlarda hazırlanmış bir çağdaşlık giysisi giydirdi Türk İnsanına. Türk-İslam sentezine TSE damgası veren paşalar… Ve ardından tonton pazarlamacı, dudak yalatıcı, Amerikanvari bir tanıtımla sundu yeni dünya düzenini.
Vitrin mankenlerinin orasına burasına dijital telefonlar, otoyollar, bilgisayarlar astı.
O eski Türk filmlerindeki kötü adam, doğru hayatı kavrayarak sonlayabilirdi eylemlerini.      O cahil delikanlının, o köylü dilberinin kent hayatındaki güldürük çırpınışları, gözü yaşlı alkışların saflığından sıyrılıp, bugünün Türkiye'sinin evrensel kültürle bezenmiş, doğru hayat başrollerine göndermeler yapan belgesellerine dönüşebilirdi. Öyle olmadı!
Kötü adam yerine, "mutlu son" yok oldu. Hinoğlu hin, en muteber kişi olarak, baş köşelere oturdu. Onun doğruları doğru… Yanlışları, enayilik boyutunda ayıp oldu. En saf köylülerimiz, kötülerin arenasına dişlenip, kendi boyutlarında şeytan, şeytancık oldular.
Hayatın devasa ritmine ayak uyduramadıkları için dudak bükülen o rengi kaykık demode sinemalar, kirlenmemiş İstanbul'u, eski insanlarıyla, çağa örnek safiyetler içinde, anlaşılmaz bir şekilde ileri güzellikleri sergiliyorlar.
İkibinlere yaklaşırken, cumhuriyeti, demokrasiyi, laikliği ve devrimleri kavramamış, son elli yıla yayılmış sahtekâr yöneticilerin aynasında, Türk insanının saçları dikenlenip, kulakları sivrildi… Gözleri, dikine kara/yeşil, alıcı elipslere dönüştü.
Ellerini, yüzlerini ve geleceklerini kaplayan kara kıllarla, ışığa dönüşmeleri imkânsız bir metamorfoza uğradılar.
Yüzde doksandokuz "evet" dedikleri deli gömleği ile, olanca alkışlanan, soytarılık defilelerine çıkıyorlar şimdilerde.
Yüzlerce FM'den kendilerine göresini seçip, cep telefonlarının bıyıklarına, çağdaşlaşmak için kestikleri bıyık yerlerine değen antenleriyle, otoyollarda seğirten, küreselleşmenin cilalı Türk insanları şaibelidir.
Şimdilerde, elektrik düğmelerine uzanan elleriyle uyananların ötesindekiler, doğru hayata, emeğe, evrensel güzelliklere kıçlarını dönmüşler.
Dolar kurgulu, ıslak ağızlı hoca efendiler, seks problemli meczuplar bir yana, -ki en çok oyu onlara verdiler, dahasını verecekler.-
Eskiden kafası çalışıyor sandığımız, yaşlı/genç işbirlikçileriyle, Atatürk'ün yeşerttiği tarlaları kurutan çekirge sürülerinin gri bulutları olarak üstümüzdeler…
Meclisten kerhaneye kadar, her düzeyde örgütlendiler. Teslim olmamış…
Hiç olmayacak üç-beş kişiyi sermaye edemeyişleri, tek dertleri.
Yeni dünyanın o sınırsız ihtişamı içinde, modası geçik üç-beş eski senaryonun lafı mı olur?
Ama öyle değil…
Plastik çiçeklerle bezenmiş, tingildek bir bahar yaşadıkları için, üşüyorlar.
Bize bu eski sinemaları huzurlu bir gülümseyişle seyrettiren, tedirginliğimize umut olan tedirginlikleri…
Işık ve sevgiyle…
İlhan İrem Official Web