Dalgıç Elbisesi ve Kelebek
7 Mart 1997 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nin arka sayfasında, çeviri servisi tarafından hazırlanmış küçücük bir haber yayımlandı.
İrili ufaklı karanlık görüntüler arasında gözüme ilişen bu yazı, bana inanç, umut, zafer, burukluk karışımı tarifsiz duygular yaşattı. Haber şöyle:
"Elle Dergisi Yazı İşleri Müdürü Jean Dominique Bauby, 1995 yılının sonlarına doğru geçirdiği beyin kanaması sonucu komaya girdi. Komadan çıktığında tüm vücudu, başından ayak parmağının ucuna kadar felç olmuştu.
Konuşma, yemek yeme ve soluk alma fonksiyonlarını yitiren Bauby'nin yaşamı elektronik gereçlere ve bakıcısına bağlandı.
Yalnızca beyni ve gözkapakları çalışan yazarın çok seyrek görülen bir beyin hastalığına, 'Kilitlenme' sendromuna yakalandığı ortaya çıktı.
Durumunu, modası geçmiş bir dalgıç giysisinin içine hapsedilmiş mahkûma benzeten Bauby, her şeye karşın kitap yazmaya karar verdi.
Yazarın cesareti ve sabrı bir yıl sonra meyvesini verdi ve ortaya 'Dalgıç Elbisesi ve Kelebek' adını verdiği kitabı çıktı. Fransa'nın önde gelen gazetelerinden Le Figaro'nun göklere çıkardığı kitap, insanın ölüm karşısında sergilediği cesaretin öyküsünü dile getiriyor.
Kitabın yazılış öyküsü ise, dünyada eşi görülmemiş bir sabrın ve dayanışmanın örneğini oluşturuyor. Bauby'nin eski iş arkadaşlarından Claude Mendibil, bir yıl boyunca hiç aksatmadan Bauby'nin hastanede yatmakta olduğu odaya geliyor. Mendibil'in sesli olarak okuduğu alfabenin gerekli harfini gözünü kırparak belli eden Bauby, böylece harf harf kelimeleri dikte ettiriyor.
Bauby, içinde bulunduğu zor durumda bile olayların gülünç yönlerini görüyor. Elle Dergisi'nin kendisi ile yaptığı bir söyleşide şunları söylüyor:
'Şu öyküyü çok seviyorum. Öyküde Claude, benimle çalıştıktan sonra biraz soluk almak için bir bara gidiyor. Barmen dostluk gösterisi olarak Claude'a göz kırpıyor. Zavallı barmen Claude'un niçin gülme krizine tutulduğunu bir türlü anlayamıyor'…"
Yazının hemen solunda, Tan Oral'ın, hüzünlere kapalı gözlerinden ve kaleminden yaş damlayan bir yazarı görüntüleyen çizgileri vardı.
Duvarların iç çeperlerini yapay ışıklandıran yeni dünyanın albenili, özgürlük görüntülü, insani değerlere hapis çağrılarına karşın kozamızdan çıktık!
Işığın ve sevginin inanılmaz renkleriyle bezenmiş kanatlarımızla, yaşadığımız dünyanın sanal gerçekliğinin ötelerine uçuyoruz.
Bizi, evrenselliğe programlanmış doğamızın aksine, modası geçmiş dalgıç elbiselerine kilitleyip, sığ bir hayatın kendilerince derin yeşilliklerinde dumura uğratmak istiyorlar.
Yalnızca kendi yanıltıcı aynalarına baktıkları için, suda, toprakta, havada ve akla hayale gelmeyecek bütün hayat koşullarında aynı inançla soluklanıp yaşayan yaratıklara (!) akılları ermediğinden hırçınlaşıyorlar.
İkibinlerin bunca çağdaş teknolojisini evrensel sevgi ve barış geleceğinin hizmetine sunmak yerine, beyhude çabalarla, kara niyetlerini engelleyen düşünceleri, beyinleri kilitleyecek toplumsal bir aygıt yaratma peşindeler.
Kirlettikleri dünyada, türlü politikalara, çıkarlara, din sömürülerine dayandırdıkları tingildek iktidarlarını sürdürmek için, kirlenmemiş beyaz bulutların öte maviliklerine uçmak isteyen insanları, bilerek yanlış teşhis ve tedavilerle, iyileşmeye muhtaç hasta beyinler, gulu gulu dansı yapan faşist laikler olarak yatırıp, bitkisel hayata sokma peşindeler.
Ve bu deli doktorlar, bütün bu viziteye çıkışları, sevecen, babacan, uzlaşmacı, merhametli, yüce gönüllü, bilge toplumbilimciler edasıyla yapmaya yelteniyorlar. Bilmiyorlar ki, en uyuşturucu, en ağır ilaçları verseler damarlarımıza…
Arzuladıkları gibi tepkisiz, pespembe düşlere dalsak yatağımızda…
Ve bütün organlarımızı felç edip dumura uğratsalar…
Cihad naralarıyla fethetmeyi hiçbir zaman başaramayacakları beynimiz ve gözkapaklarımız var.
Tarihe geçecek bu katastrof sonrası, ayakta kalan İnsanlarla karanlıklarda göz kırparak haberleşeceğiz.
Yalancı sansarların sahte derinlik kreasyonlu modası geçkin dalgıç elbiseleri, müzelerde "bir zamanlar şeriata teşne birileri vardı…" plaketleriyle hüzünlü yerini alırken, genç kelebekler, gerekirse gözkapaklarıyla, evrensel, çağdaş, ışıl ışıl bir Türkiye'nin kozası" nı örecekler.
Işık ve sevgiyle…