Bukalemunlar İçin Müzik
Eğlenceli sanat eserleri vardır.
İnsanlar dinlerken, izlerken keyifli, neşeli anlar yaşarlar. Ama bir sanat eserinden söz ediyorsak, en şenlikli, en uçuk, en fırlama öğeleri sergilenirken dahi, ışıltılı kıvrımları, teri, emeği hissederiz…
Müziğimiz daha önceki yıllarda uzun zaman arabesk ile dile gelen keder ağırlıklı üretimlerle sürdürdü gündemini.
Son birkaç yıldır, oldukça esprili, eğlenceli şarkılarla Türk Pop Müziğinin lokomotifliğinde müzik dünyası.
Müzik üreticilerinin toplu olarak kedere ya da eğlenceye yönelmeleri toplumun talepleri ile paralel yürüyor.
Dinleyicinin terazisi dinlediği üretimin kökenindeki emeği ve sanatı tartmaktan yoksun olunca, -sanatçının dünyasını içtenlikle yansıtacak sanat eserleri yaratmak olan- amaç, değerini yitiriyor. Bunun yerine dinleyiciye ulaşım şekli "amaç" oluyor. Hüzünlü veya esprili şarkılar…
Böylece insanlar, kendilerini "sanatçı" yapan ayrıcalıklı hissedişleri bir yana koyarak -veya daha kötüsü; bir kenara koyacak başka birşeyleri olmaksızın- toplumun o süreçteki taleplerine karşılık veren bir piyasa oluşturuyorlar.
Bu alışveriş içinde, birçoğu zamandan, düşünceden, oluşum sancısından yoksun şarkılar üretiliyor ve aynı hızla talep görüp tüketiliyor.
İlk cümleye dönerek, "eğlenceli sanat eserleri vardır" diyorum.
Ama, üretici kendi bakışını yansıtmayı bir kenara bırakarak, toplumun talebini yanıtlamak için eğlencelikler üretiyorsa, veya yalnızca eğlencelik üretebilecek potansiyele sahipse, son birkaç yıldaki akışa bakarak, şu soruyu sorabiliriz:
Türk pop müziği sanat mıdır?
Hatta, pop müzik sanat mıdır?
Toplumun yaşam süreçlerini milimi milimine izlemek, borsada tahvil değerlerinin, döviz kurlarının peşinden koşmakla özdeş.
Bu koşuşturmayı da kelime olarak "Sanat" değil, "Hüner" karşılıyor.
Bu bakışla Türkiye'de "Sanatçı" olarak anılan birçok insanın asıl kelime karşılığı "Erbap" olmalı…
İşin erbabı/ İşin erbabı olmak…
Konuyu müziğin dışına taşırırsak, yeni dünyada "doğru yaşamak" ciddiye alınması gereken bir hedef olmadığından, gündelik mesafedeki hedefleri hünerle on ikiden vuranlar "işin erbabı" sayılıyorlar.
Popüler müzik, adının taşıdığı çağrışımı da düşünürsek, sanat değildir.
Türkiye'de ve dünyada popüler müzik üreticisi olarak bilinen birçok insan, pop müzik sanatçısı değildir.
Üretimlerini popüler müzik zannedilen şekiller içinde dile getirilen düşünce insanlarıdır hepsi.
Bu insanların diğer zanaatkârlarla aynı kefeye konmasının nedeni, sanatın hangi dalında ve hangi tarzda olursa olsun, toplumların, beyin kıvrımlarını plastiklerden ayırt edecek yetkinliğe erişememiş olmasıdır.
Adı "Yükselen Değerler" olarak konan, gelişme süreci olarak da tanımlanan bozulmanın kökeninde "teknoloji" yatıyor.
-Haydi teknolojiyi aklayalım hemen-
İlk insanların kendi yaptıkları putlara tapması gibi, "köle" olarak kullanılması gereken teknoloji "efendi" olarak hayatlara girdi.
Bilgisayarlar, telefonlar, uydular, televizyonlar…
Müzikte, duyguları doğru olarak yansıtmak için ancak bir katalizör olabilecek bilgisayarın hazır ritmleri üzerine besteler, nakaratlar konduruluyor…
Genelde "Alo Bilgi" olarak anılan telefon servislerinin yüzde kaçı bilgilendirmeye yönelik?
Toplumu zayıf noktalarından yakalamak için sıkılmış yumrukların hepsi gelgeç talepleri ve eğlenceyi hedefliyor.
Kitaplar, resim sergileri, müzik üretimleri, radyolar, basın ve televizyon…
Göstermelik birkaç programın dışında, televizyonlar ilkel duygulara servis veren, vahşet hüzün ve eğlence üçgeninde sürdürüyorlar yayınlarını.
Radyoların çoğu kimliksizlik ve özenti niyetini çektiriyor demokrasi tavşanlarına.
Herkes, "daha fazla beyinsel çaba"nın gereksizliğini kavramış vaziyette kısacası…
Daha da kötüsü, toplumun ince zarı yüzünden başlayan alışverişin başlangıç noktası unutulmuş ve talebi karşılamaktan başka yeteneği olmayanlar kendi kendilerini ve herkesi sanat ve hayat erbabı olduklarına inandırmışlar.
Teknoloji… Yine teknoloji…
Eğer bu toplum bütün anlamsız yasakları aşarak, uydularla odasına giren yeni hayat biçimini doğru kavrayabilecek kültüre sahip olabilseydi, her yeni olguyu, peşine takılacak bir uç olarak değil, dünya görüşünü şekillendirecek bir renk olarak sindirirdi…
Modernizm yeni yeni algılanırken, iletişim post modernizmi yansıttı hayatlara…
Hayat merdivenlerinde her basamağın, her katın ayrı bir rengi, kokusu, olgunluğu var.
Toplum asansörlerle renksiz, kokusuz yükseliyor. Kapılar açıldığında o katlara tırmanarak gelmiş insanlar görünüyor koridorlarda…
Onların hangi basamaklarda, hangi olaylarla şekillendiğini bilmedikleri davranışları geçiriliyor hayatlara anlamadan.
Bütün bu olup bitenin dışında, beyinsel yükselişi seçmiş insan, merdivenin her basamağının, asansörün her kapısının ötesinde / yukarısındadır.
Yeniçağa yükselen asansördeki teknoloji kurbanlarını, koridordaki yanlış örnekleri, merdivenlerdeki değerli çabaları nostaljik bir gülümsemeyle sarmalar.
O sanatçısıdır hayatın.
O "Kim"dir?..
Asansörlerin, merdivenlerin, koridorların, lobinin müziği değil…
Bir yürek atışı, kulak çınlaması…
Yapıların müziği topyekûn.
Yerden göğe…
Işık ve sevgiyle…