Bir Sevgili Ölünün Gece Tiradları

Yaşanan hayata en derin göndermeleri ışığında barındıran trans ve meditasyonlarla yüklü olağanüstü seyahatlerle bezenmiş üretim akşamlannı saymazsak, renkahenk o eski geceler, elde kalan iki renkli bir lezzetin duvarlarında zıplıyor artık.

Haklının haksızın bütün cadı kazanlarından öte birbirine karıştığı…

Buharlaşıp yok olmadan önceki hayatını moleküllerine kadar bildiğimiz kirli su damlacıklarının asit yağmuru olduğu…

Ve sığ okyanuslarıyla güzel dünyamızı sahte derinliklere boğan kepazeliklerinin canımızı yaktığı…

Issız adalara sığınmış sıradışı güzellikler dışında, onur gibi, gurur gibi, aşk, dostluk, arkadaşlık gibi bütün kavramlann ayaklar altına alındığı… (Türkiye, katilleriyle, sahtekârlanyla, din bezirgânları ve hırsızlarıyla gurur duyuyor!)

Yürek ceplerine gerçek insan olmanın hafifliğini değil de, değerleri doğrayarak kazanmanın dayanılmaz ağırlığını koyup, incecik bir buzun üzerinde pür neşe meçhule kayanlar, sizin düşüncelerinizi yudumlayarak kaygılı gözlerle onlara bakmanızı anlayamazlar pek.

Sizi bireysel özgürlüğün markalardan oluşan güzellikler (!) abidesini ıskalamış tutucu ve nostaljik bir dinozor olarak görüp yeni hayatlarındaki vicdanlannı rahatlatırlar.

Bu durumda önünüzde çok net iki seçenek vardır…

Ya bütün çağdaşlık, küreselleşme ve yeni dünya hikâyelerine karşın, sizin hayatınızda insanın evrensel geleceğinden uzaklara düşen, geçmiş hayatınızın kalıntısı, geriye metamorfoz böylesi derin görünümlü sığ ve şen dostlarla ilişkinizi sürdüreceksiniz…

Farkında olmadan hayatınıza yeni "Light" paylaşımlar da katarak "yetinmek" ana fikrinde içi acı dışı tatlı geceler yaşayacaksınız.(Asıl benliğinizi aynanın karşısında bıraktığınız oranda, geyik muhabbetlerinin "top ten" listesine orta sıralardan girip zirveyi bile zorlayabilirsiniz böylece!)

Veya insan gibi insan kalabilmiş üç-beş dostunuzu kalbinize mıhlayıp uzak kıyılarda kendi kâinatlarınıza çekileceksiniz.

Evrensel yalnızlık…

Sınırsızlığınızla çevrelenmiş…

Anayasasını sizin yazdığınız, sizin insanlannızdan oluşan özgürlükler ülkesi. Olağanüstü güzel… Büyülü…

Ve sessiz sedasız yakalanmış bunca bilgeliğe karşın, buruk!

Güzelleşerek kalabilmiş eski birkaç dost… Işıklı yeni tanışlar…

Gözleri ışıldayan bir sevecen… Satırlarından yıldız tozları dökülen mektuplar…

Hâlâ evrensel sevgi çağını kanatlarında taşımaya gönüllü birileri var!

Böylesi paylaşımlarla, dünya ve uzay haritalarının koordinatlarında görünmeyen, bilinmeyen, sırlı, sihirli bir ülkede -kavgadan düşmeden-derin güzellikler üreterek yaşıyorsunuz.

Sizi vatandaşı zannettikleri cinnet ülkesinin hayal perdesinde öylesi görünerek!..

Trafik kuralları gibi, çok uzun araştırmalardan sonra belirlenmiş yeni hayatınızdan öte… Geçmişe, her şeyin bozulup şekerrenk olmasından önceye doğru, bir gece nayif, nostaljik, hoşgörülü, şefkatli bir adım atabilirsiniz.

Telefon rehberinizdeki eski püskü numarasını karineyle bugüne çevirir, yeni kod numarasını tuşlarsınız. O ses yıllar öncesinin yankı vadilerine taşır sizi…

Düşünceleri derli toplu dökülmüş alnına. Bıyıklar kesik! Yıllara karşın çizgilenmemiş suretini daha bir parlatmış kırışık önleyici kremlerle… "Fodul" olmuş. Hafif göbek deformasyonları olabilir… Veya seçtiği yolun hayali rolleri için diri tutmuştur kendini!

Vaaay üstad!

Nerelerdesin? Naapıyorsun yav!

Buradayım.

Aynı yerlerde büyüyoruz işte! Sen neler yapıyorsun? Neler yaşıyorsun?

 

Anlatılanlar bir sevgili ölünün gece tiradlarıdır… Ki dayanılmaz. "Er Meydanı" programlarında paraları cebellozi ederken gizli kameraya yakalanan dolandırıcının son çöküş öncesi inkâr faslında, onun adına zûl duyup geçici zaplar yaptığınız gibi, kulağınızda gelgit ahizeleriyle gözlerinizi kaparsınız. O konuşur:

– Sizi ne kadar sevdiğimi bilseniz…

– Burnumda tütüyorsunuz.

– Hep kulaklarınızı çınlatıyoruz!

Yeni dünya şehitliklerinin yankı uçurumlannda sonsuz tekrarlar…

Ve işler… Ve güçler! Kahrolası zamansızlık… Semtten semte aşılmaz duvarlar örüp odalara kapanalım. İnternet ekranlarında kilometrelerce uzaktan sinyal bekleyelim sonra…

Hiçbir "yanyol"a sapmayan yüreğinizin içten kıpırtıları sevgili ölüleri huzursuz eder. Sanal aydınlıklarındaki gerçek karanlığı duyumsadıklannda, uçucu anımsamalarla size göre birşeyler mırıldanırlar: – Çok özledim…

Görüşelim… Görüşelim… Görüşelim… Nice yıllara dostum! Işığın, sevgin daim olsun.

Ahizeyi usulca yerine koymadan önce, sahneyi zenginleştirmek için mazoşist bir hınzırlıkla sürdürürsünüz bu yere batan muhabbeti: – Neler okuyorsun?

Gazeteyi değiştirdin mi?

Ve ölüler, ölüleri alkışlıyor. Konu bu.

Bu bataklıkta tertemiz kalan yüreğinizi aslanlar gibi savunup, geleceğe kalp ve yıldızlardan oluşan zafer sancakları biçmeyi sürdürün.

Biliyorsunuz ki, sanal zafer sarhoşluklarıyla boka sarmış birilerinin panikli mırıldanmaları gibi beyhude değil çabalanmız.

Yenilmez bir sonsuzluğun kavrayamadıkları misyonerlerini boş gözlerle tavaf edip, kısır benliklerini zahiri başarılara taşımak adına, hesabını kendilerine de veremedikleri bin bir topaç çevirerek bugünü yaşıyorlar!

Yeniçağ masallarının kişisel zaaflarla doğrudan bağlantılı, fos "THE END" duvarlarına geleceğin resmini çizecekler hep.

Ve sarsıntılarla yuvarlanan kayalar kapayacak mağara ağızlarını…

Yok sayılmış uhrevi güzellikler, kof böbürlenmelerle perdelenmiş inceliklerin dışında kalanları kimseler göremeyecek. 

Işık ve sevgiyle…

İlhan İrem Official Web