Aynanın Öteki Yüzü – İzzet ETİ
"Bir pencere açılıyor
Sessiz gıcırtılarla
Bir yaşam saçılıyor
Sonsuz pırıltılarla"
Bakalım hep birlikte açılan pencereden. Birlikte algılayalım gördüklerimizi. Onaylayabilecek miyiz? Kutsayabilecek miyiz? İrkilecek miyiz yoksa? Yoksa, yoksa, omuz silkip dudak mı bükeceğiz bu aydınlık istençlerle dolu sevecen açık yüreğe?
Yarı açık pencerenin önündeyim. İlhan'ı görüyorum. Dev aynası önünde başı ellerinin arasında oturuyor. Aklıma İlhan'ın "Ayna" eğretilemesi geliyor. "însanlar aynalarda kendilerini arıyorlardı". Ben insanların aynalarda aradıklarını değil, İlhan'ın aynada gördüklerini de değil (Öykü sy. 21), kendi görüşümü, değişik aynalarda değişik ilhan yansımalarını betimlemek istiyorum. Birbiri ardına sürüp gelen aşkları, arayışları, bunalımları olan yanılsamalarla dolu bir kısır döngü sarmalında kendinle başbaşa. Her yanılsamanın ayırdına varma isyanlara, isyanlar sözcüklere, sözcükler bestelere dönüştü, yumuşacık sese dönüşüp kulağımıza gelen isyanları beynimizin bir yerlerine sızıyor oralarda kendine uygun bir köşe arıyordu.
Dev aynasının bir köşeciğinden masum masum bakan ilkokul üçüncü sınıf Öğrencisini görebiliyor musunuz? Minicik yüreğinden taşan sevgiyi sevimli 'Ülker'le paylaşmak istemiş, ki sevgilinin gözleri bozulunca, minik İlhan'da ilk yanılsamasını tatmış ne yazık ki. (Küçük sevgili gözlük takmak zorundaymış, İlhan'da o yaşlarda gözlük sevmezmiş meğer.) Ayna'nın değişik köşelerinde aynı görüntü ile sık sık karşılaşabiliriz. Değişik yaşlarda aynı heyecanı, -işte bu-aynı yükselişi, aynı mutluluğu ve aynı düşüşü. Sonuçta gitarına sarılmış İlhan son yanılmasına son duygularını döküyor, bir yerde elini sallayıp "Boşver boşver arkadaş başka bulursun" avuntusuna sarılsa da yine çağırıyor İlhan "Gel sevecen, dön sevecen, sevmesini öğrendim ben". Sen öğrendin de İlhan kardeş sana sevgiyi öğreten nerede? Sevgiyi öğreten sevgiden kaçar mı? Bu da bir yanılgı. değil mi sence? Neyse, bizim dileğimiz "Sevecen"in dönmesi ve İlhan'la bütünleşmesi.
Pencereyi ardına dek açalım. Boy boy aynalar önünde İlhan. Birinci görüntüye bakalım. Yaşamında ilk kez aynaya bakan birisine benziyor gibi. Gibisi fazla İlhan ilk kez bakıyor aynaya kendini görmek bulmak amacıyla. 0 görüntüyü sözlere dökmüş,
"Neden? dedim
Neye neden? değil ama
Nedenin kendisini öğrenmek istedim
Neden varım?
Neden yokum?
!…………………..
……………………
……………………!"
İlhan kendisiyle hesaplaşa dursun ben İlhan'ı bu boyuta getiren, uyaran, zorlayan, iten gücü tanımlamak istiyorum ve de benim bu olayı irdeleyiş nedenimi belirtmek. İlhan'ın irdelemeye başlamadan bir süre Önce R, Bach'ın "Martı" adlı yapıtını okudum; oyunu da uzun süre sahnelendi. Orada der ki martı Jonathan Livingstone "Uçmak bir martının en doğal hakkıdır. Özgürlük İse varoluşun bir parçasıdır. Boş inançlar olsun, gelenekler olsun.
özgürlüğü kısıtlayan ne varsa kaldırıp atmak gerek. "inanır mısınız? Pencereyi dinlerken bir martının yükseklere daha yükseklere uçma çabasını duyumsadım. "Köprü", "Ve Ötesi"nde başarısıyla kıvandım. Özgürlük ve uçmak, biri diğerinin içinde olan ayrımsamasız bir bütündür. Bilmek istedim,
Uçmak-
ama hangi temelden?
Özgürlük-
ama kıstasları?
Tanımak istedim,
kim bu insan?
Nereden geliyor?
Ulaşmak istediği ne?
Doğruları ne?
Yanlışları ne?
Ve bir akşam açtım pencereyi, ne dersiniz geçmişten bu güne, henüz tamamlanmamış bir boyutun 30 yıllık kesitine yine hep birlikte bakalım mı?
1 Nisan 1955, doğar İlhan Bursa'da. İlhan'ın özgürlük koşulları doğmadan hazırlanmıştır. Anne-baba Aldatmaz'lar ilk çocuklarına yanlış bir eğitim vermişler, bu yanlış eğitim sonucu Erkan'da edilgenlik kendini göstermeye başlamıştır. Ailenin ikinci çocuğu olması ve anne-baba'nın ilk'te verdikleri baskıcı ve yasakçı eğitimin yanlışlığının ayırdına varmaları büyük bir avantajdır İlhan için. Böylece gelişmesi için özgür ortama hiçbir çaba harcamadan ulaşmıştır, alabildiğince özgür, alabildiğince yaramazdır. Kısıtlama bilmeyen küçük îlhan mahallenin tüm çocuklarını peşine takıp akla hayale gelmeyen yaramazlıklarını sergileyerek Anne-baba Aldatmaz'ları kaygılandırsa da baştan aldıkları karar olumlu sonuç göstermeye başlamıştır. İlhan'ın hırslı ve özgün kişiliği kendini göstermektedir, duygusal ve içe dönük boyutlan o yıllarda pasif kalmış yırtıcı ve liderlik tutkusu İlhan'ı yönlendirmiştir.
İlhan okul Yıllarına kadar lider olmadığı oyunlara katılmaz bile. Müzikle tanışması da bu yıllarda olmuştur. Müziğe meraklı anne-baba dört yaşındaki oğullarına bu zevki aşılamak isterler, Anne'de müzik meraktan ötedir, ud çalar ve güzel sesi ile de tamamlar bu zevki. İlhan'ın 4-5 yaşlarında bir melodikası olur ve okula başlayıncaya kadar ne mahalle liderliğini ne de melodikasını kimselere kaptırmaz.
Okulla birlikte İlhan'ın yaramazlığı da sona erer. Sakin bir öğrencidir, kendi halindedir, umulmadık bir dinginlikte iki yıl geçirir, iki yıl sonra Ağabey Erkan'ın okuduğu özel okula alınır ve geri kalan öğrenimine bu özel okulda devam eder. Yaşamın ilk değerlerini de yeni okulunda tanımaya başlar îlhan, ilk dostluğu Bertan Balta ile olur ve bu dostluk yıllarca sürer, ön yazılarımda belirttiğim ilk aşkı bile birlikte tadarlar.Küçük sevgililer ikizdirler ve Bertan'ın aşkı da aynı gözlük sevmezlik nedeni ile sona erer.
Anne-baba'nın tüm edimleri olumlu sonuçlar göstermeye başlamıştır, armağan edilen melodikayla başlayan tanışma dostluğa dönüşmeye başlamıştır. İlhan'ın müzikal eğilimini belirleyen önemli bir olgu da evde çok seçme eserler dışında Türk Sanat Müziği ve Türk Halk Müziği dinlenmemesi ile birlikte ağabey Erkan'ın dönemin Pop müziğine duyduğu büyük ilgidir. Öyle diyebiliriz ki Bursa'ya gelen en yeni plaklar İlk kez Aldatmaz'ların evlerine girmektedir. Bu etkileşim İlhan'a da yansır doğal olarak. Yabancı parçaları çok kolay ezberler ve ders aralarında günün sevilen melodilerini mırıldanırken bir gün öğretmenini ensesinin dibinde görüverir, ne yapacağını şaşıran çocuk perdenin arkasında alıverir soluğu, ama kurtuluş yoktur, o günden sonra küçük İlhan perde arkası konserlerine başlamak zorundadır.
İlkokul bitimine değin İlhan'ın müzikle olan dostluğu bir hayli ilerlemiştir. Baba Aldatmaz oğluna bir gitar armağan eder. Mutludur İlhan dolu dolu, müzikle dostluğu ilerlerken diğer dostlara ve çevresine ilgi azalır, yavaş yavaş kendi dünyasına çekilir, suskunlaşır, ilgisizleşir ve sımsıkı sanıldığı dostunun tellerinde arar her şeyi. Baba Aldatmaz Selahattin Asyalı'dan gitar ve solfej dersleri alması için girişimde bulunur, bu olay gitarla dostluğu rayına oturturken müzikalite yönünden de olgunlaştırır İlhan'ı.
Ortaokul dönemi de sessizce atlatılır böylece, müzik çalışmaları tutku halinde devam eder, üzerinde hiçbir baskı yoktur, yasak ve kısıtlama nedir bilmez, içki, sigara, cinsel edimler, hatta o yaşlarda kendine ait bir çatı katında kalmaktadır ve tüm gereksinimlerini karşılayabilmektedir, yaşıtlarını boğuştuğu hiç bir sorunu yoktur. İlhan'ın kendini gösteren en belirleyici özelliklerinden biri ve kuşkusuz en büyüğü kural tanımazlığı ve özgürlüğüne olan tutkusudur. Öyle ki kendisini baskı altına alacak ve kısıtlayabilecek her şeye karşıdır, sıradan olmayı, dahası otomatikleşmeyi kabullenmemektedir, bir örnek giyinmek bile ağır ve zorlayıcı gelmektedir kendisine bu koşullarda.
Yetiştirilme biçiminin kendisine sağladığı olanakları çok iyi değerlendirebilen İlhan, müzikte arayışlar içerisinde Liseye başlar. Bu döneminde tek başınalığa ek olarak grup çalışmaları da gündeme gelir. Meltemler adı verilen ve beş kişiden oluşan okul orkestrası ile Çelik Palas otelinde dan müziği yaparlar. Bu grup oldukça tutulur Bursa'da, Disko programlan, Çay'lar ve sinema konserleri ile 1 no'ludur İlhan ve Meltemler. Ancak birşeyler eksiktir, bu bir numara olma esprisi İlhan'a yetmemektedir, bir şeyler eksiktir ve başka şeyler gerekmektedir delikanlıya, çünkü sıradan olmamak dürtüsü burda ortaya çıkar, başkalarının yaptığını yapmak değildir önemli olan, İlhan özerk ve özgündür. Herkes dönemin 'Hit' lerini dinlerken o kimselerin bilmediğini dinler ve söyler, yine herkesIer 'Best Seller' okurken o varoluş nedenlerini araştırmakta
ve yanıtlar aramaktadır ve bir gün programa çıkma öncesi ben yokum der Meltemler'e ve döner kendi yoluna…
Kendisi de ayırdındadır bugüne dek yaptıklarının dışında bir şeyler yapması gerektiğini. Evet, İlhan'da atılım çağı gelmiştir artık, içinden gelip dışa vuran dürtüler ile sevgili dostuna sarılıp kendi yazdığı şiirlerine besteler aramaya başlar, sessizce kendi kendine. Haaa, bu arada daha önce belirtilen "gerçek sevgi" yanılsamaları birbiri ardına bitip başlamaktadır ama İlhan'ın gitarı vardır artık, yeni başlayan sevgiliye övgüleri, yaşadığı aşkın coşkuları ve terke-den sevgilinin ardından pişmanlıkları bir bir dökülür İlhan'ın yüreğinden kağıtlara, parmaklarına ve tellere. Bütün bu birikimlerin ışığında "Yazık oldu yarınlara", "Anlasana" ve "Haydi sil gözlerini (Boşver arkadaş)" doğar. Bu arada derslerde ufak ufak teklemeye başlar, dersler ve okul kuralları sıkıcı, kısıtlayıcı ve kendi müzikal gelişimini engelleyici gelmektedir delikanlıya, duygusallık ve isyancılık paradoksunda boğuşurken okulu bırakmaya karar verir.
Artık varsa yoksa müzik! Bu kararında ağabey Erkan Aldatmaz büyük etkendir; "Bunlar bugün piyasadaki birçok şarkıdan daha güzel." Bu sözler İlhan'ın kabul edip, etmemekte karar veremediği başarı ışıklarının ilk yansımalarıdır. İkinci yansıtıcı ise Ayhan Uzoğuz olur ve İlhan'ın özgüveni tamamlanır. Aile ve dostlarının destekleri ile birlikte 17 yaşında İlhan Aldatmaz etkin, hırslı kişiliği ile belli bir düzeye geldiğine inandığı müzik kültürü ve elinde bantları İstanbul'a gelir.
Başlar dolaşmaya, ilk kez Nino Varon'a gider, reddedilir -öyle bir reddediliştir ki bu, bantlar dinlenirken ayaklarını masanın üzerinden indirmek dahi lüzumsuz gelmiştir sayın Varon'a, bu tavrın olağan olduğunu görüyoruz. 17 yaşında yeni yetme bir tüysüz, eti ne budu ne? Oysa dönemde piyasaya baktığımızda ne görüyoruz? Tüm köşe -çeşme- başları tutulmuş ve müzik literatürü belirlenmiş kimsenin nerden geldiği belli olmayan yeni bir rakibe tahammülü yok, hele ki bu rakip kendine özgü bir ekolün ilk ışıklarını yayıyorsa. Ortada dönemin "Baba" müzisyen ve sanatçılar var, Cem Karacalar, Barış Mançolar, Alpaylar, Erkin Koraylar, Üç Hüreller, vs, vs, vs ve o dönemde yıldızı yeni parlayan Nilüfer. Yukarıda yazdıklarımızı yineliyoruz, yeni birine gereksinim olmadığı zannedilmektedir ve bu yüzden Nino Varon ilgilenmeyi zahmet sayar İlhan İrem'le ve daha sonra "Haydi sil gözlerini (boşver arkadaş)" adlı plağın altın plak töreninde İlhan İrem'le ilgilenmemenin kendisine ait en büyük hata olduğunu belirtir genç şarkıcıya. Prodüktörlerin bu tutumuna ek olarak müzikal geçmişimizde ve bugünümüzde gördüğüm bir Özellik daha var ki belirtmeden geçmek istemiyorum. Bu özellik sanatçılarımızın göstermeleri gereken yardımlaşma ve yeni birinin elinden tutma özverisini hiç bir dönemde -istisnalar hariç- kullanmamalarıdır. Bu olaylardan sonra İlhan'a elinde bantları dolaşmak düşer bir süre daha. Oysa bu kurulu karmaşık düzen içinde gizli bir boşluk vardır, o yıllarda ara ve zorlu bir dönemden geçen gençlik yeni bir arayış, bir birikim İçindedir ve kendilerine yol gösterebilen kimse yoktur. Tüm piyasanın düşüncesi elindekiler ile yetinmek yönündedir, ama gençliğin gereksinimi artmaktadır. Bu gereksinim, bu arayış ve birikim duygusallık ve, sevgi açlığıdır: Ve tüm sevecenliği ile yanıtlar İlhan gençliğin gereksinimini.
İlhan İrem'i ilk olumlayan Diskotür Plak'tan Mösyö Antuan Şoriz' dır, esprili bir olumlamadır bu. Şöyle der İlhan'a Mösyö Şoriz: "Bu besteler İyi güzel de, gel bunları biz başka sanatçılarımıza okutalım, sen besteci olarak çalış bizimle. "Tüm duygusallığı ve isyancılığı ile karşı çıkar İlhan, "ama bunlar benim bestelerim ve benden iyi kimse okuyamaz" der.
İlhan İstanbul'da yalnızdır; baba Aldatmaz "tek başına gide-ceksin, savaşacaksın, zafer ya da yenilgi senin olacak" diyerek uğurlamıştır Bursa'dan oğlunu. Olmaz görüneni olduracak denli o hırslıdır İlhan. İnançlıdır ve her şeyden öte güvenmektedir kendisine. İlhan İrem olarak geldiği İstanbul'dan tekrar İlhan Aldatmaz olarak dönmek Özgün ve hırslı kişiliğine ters düşmektedir. Başladığı zorlu kavgayı İstanbul'un dinazorlar sofrası'nda uvertür bir lokma olmadığını göstermek, kişiliğinden ödün vermemek için başarı ile bitirmek zorundadır. Bu zorunlulukta İlhan'ın sevecen ama hırslı boyutunu görüyoruz; bu boyut ileride de sık sık karşılaşacağımız belirleyici özelliklerindendir. Önde ve lider olduğu her konumda İlhan yırtıcıdır, ataktır. Teklediği anda pasifize olur duvarlarını kendisinin örüp sınırlarını kendisinin belirlediği kalesine sığınır biriktirir, biriktirir, dolar ve yine kendisinin çizdiği bir noktada gereken patlaması ile çıkışını gerçekleştirir.
İlk plağını biliyorsunuz, "Birleşsin bütün eller". Yıl 1973 İlhan'ın eli pencerede, Dünyanın kokuşmaya başladığı, cadı kazanlarının kaynadığı, insanların anlamsız savaşlarla birbirini yok ettiği bir ortamda İlhan İrem, İlhan İrem olduğunu kanıtlamanın mutluluğu ve coşkusu ile dopdolu, başarısını ve beyninden gelen aydınlık inançlarını bizlerle paylaşmaya hazır olduğunu söylüyor ve bizleri çağırıyordu,
"Dostluk insanlık yolunda
Birleşsin bütün eller."
"Bundan üç-dört sene önce…
Bindokuzyüzseksenbirde…
Eli tüfekli asker posterleri gibi değil ama… (WHY)
Daha derinden bir soru sordum kendime.
NEDEN?.. Dedim
Neye neden? değil ama
Nedenin kendisini öğrenmek istedim
Neden varım?
Neden yokum?
Var mıyım ?..?.. Yok muyum?..
Nereye yolculuğum?
Neden seviyorum?..
Neden gülüyorum?..
…müyorum neden?..
NEDEN?..
Bu yaşlarda böyle olur…
Ben de sordum….
………………….
…………………"
Bu dizeler İlhan'ın öyküsünün önsöz"ü; kendini görmek amacıyla ilk aynaya baktığında kendine sorduğu soruları. Varoluş nedenlerini ilk irdelemeleri diyebiliriz, aynada gördüğünün boş bir kabuk olmadığının, boşuna yaratılmadığının ya da yaratılıp yaratılmadığının, ya da kendi kendisini mi yarattığı konusunda bir karmaşanın içinde birbiri ardına sorduğu soruları ve irkilmeleriydi. Sorular bitmiyordu. Biryerlerde birşeyler iplerini kopartmış alabildiğine özgür bedeninin heryerlerine dağılıyor, gerçek işlevlerini yapabilmek için İlhan'ı zorluyorlardı. Bir depremi yaşıyordu İlhan'ın bilinci, garip bir itki bilinçaltı arşivinin kapılarını açıvermiş süper ego bu karmaşada yerle bir olmuştu.
İlhan'ın bilincinde oluşan devrim bundan üç-dört sene, önceden de öne olağan koşullarda, anlamlı bir sessizlik içinde oluşuyordu. Bu sessizliği yırtmaya ne İlhan ne de o günkü koşullarda ortam uygun değildi. ilhan bunun ayırdına 1975'de piyasaya sürdüğü "Bir varmış bir yokmuş (Kuklacı amca)" adlı çalışması ile vardı, özünden taşan patlamanın önünü çabuk almış büyük bir olay çıkmadan plâk kendisi ve şirket tarafından toplatılmıştır.
Bu atılımdan sonra İlhan yeniden köşesine çekilir. Gerçekleri kurcalayan, varoluş nedenlerini irdeleyen, beyninden dudaklarına dökülüveren çözümleri çalabilen, söyleyebilen İlhan gidiyor, yeri-ne sevgilerle, sevgililerle, özlemlerle, ayrılıklarla bunalan ama her bunalımda çıkar bir yol bulabilen, duygusal ve patlamaya hazır bir İlhan İrem geliyor. Bu dönemde ortaya çıkıyor "Havalar nasıl -1976-", "Sensiz de yaşanıyor -1977-" ve "Ayrılık akşamı (Konuşamıyorum) -1978-",
İlhan "Havalar nasıl -1976-"dan sonra bir suskunluğa girmiştir, göreceli olarak elindeki lider olma bayrağını düşürmüştür ve Erol Evgin, bir Melih Kibar-Çiğdem Talu üretimi olan "İşte öyle birşey" ile öne fırlamıştır, döner Bursa'ya çatı katına kapanır, biriktirir, biriktirir ve dönüşü önemlidir, bu bekleyiş süresince "Sensiz de yaşanıyor"u hazırlar ve altın plak ödülünü kazanır bu yaratımı ile. Bu olayda gösteriyor ki İlhan'ın her susuşu değişik patlamalara yol açmaktadır ve kendi ekolünü sırtlamak durumundadır.
Eurovısıon beste yarışmasına katılmaya karar verir, hazırlanır. Tüm bu oluşumların yanı sıra büyük bir yalnızlık sarmalında bunalmaktadır, kendisini uzun süre etkisi altında tutan, öyle ki, Ankara'ya televizyon çekimine giderken dinlenmek için durduğu Koru Motel'den tekrar İstanbul'a döndürebilecek denli önemli bir "Sevgili" daha gündem dışı olmuştur, bu değişimlerin ayırdındadır ama çevresinde bu ayrımsamaları duyumsayabilen bir tek dostu yoktur. Aşklarında da yalnızdır, hiçbir sevgilide kafasındaki "Dişi Mitos"u yakalayamamıştır, sanatçı olarak yalnızdır, kendi deyimiyle sanatçının evrensel yalnızlığına mahkûm etmiştir. Yarışmaya hazırladığı bestesinde bu konumunu vurgular,
"Işıltılar içinde
tutsaklığı yaşarlar
Bana benzer göklerde
Çivilenmiş yıldızlar" der.
Yoğun kalabalıktaki kendi özgün yalnızlığını iletmektedir dinleyicisine. Ne yazık ki anlayamadığım, kendisinin de anlatamadığı bir takım nedenlerle çekilir yarıştan. Gider askerlik şubesine teslim olup Vatan'a hizmete kuşanır. Kendisi askerde iken dinleyicilerine "Sevgiliye" adlı uzunçalarını, bırakır. "Sevgiliye" İlhan'ın gece gündüz süren yolculuğunda oldukça önemli, işaretlenecek bir kilometre taşıdır. Bu yapıtla kendisi ilk kez akademik bir çalışmaya girmiştir Esin Engin'in aranjörlüğünde ve yine ilk kez kendisine ait olmayan bir şiiri besteleyerek plağına koymuştur. (Hoşgeldin- Söz: Nazım Hikmet)
İlhan İrem'in "Sevgiliye" adlı uzunçaları hazırlayarak askere gittiği dönemde ise hafif müzik piyasası tam anlamıyla Arabesk altıdır. Korkunç bir moda, bulaşıcı bir hastalık bir ahtapot gibidir bu, dönemin önde gelen sanatçıları bu ahtapotun kolları görünümünde Arabesk yozluğuna başrol soyunurlar. 'Superstarlar' dahil olmak üzere türler değiştirilir, Janis Joplin söyleyebilen sesler plaklarının bir yüzlerini ya da tamamını halk istiyor kılıfı altında bu yeni türe terkederler ve türedi tür dönemin popülaritesini ele geçirir. Filmler, şarkılar-şarkıcılar, gazinolar her şey arabesk istilasındadır, karamsar sözler, iç bunaltan ve hiçbir umut vermeyen, müzikaliteden uzak, duygu sömürüsüne dayalı arabesk'in bir kültür olduğu kanıtlanmaya çalışılmaktadır sanki. Yine aynı türedi türün yan sanayii olarak Piyanolu şarkıcılar boy göstermektedir ve neredeyse işkembe salonlarına dek İcrayı sanat eylemektedir bu sanatçı tayfası. Neyse daha fazla arabesk'e gömülmeden biz yine as-kere gönderdiğimiz İlhan'a dönelim dilerseniz.
Askerlik döneminde bir hayli gergindir İlhan, ikilemlerini tekleyememiş, bastırmaya çalıştığı devinimler hızlanmış, boğuştuğu nedenler daha bir artmış, umursamazlıkları bunalımlarının sınırlarını zorlamış ve bir patlama daha askerlik dönüşü "Bezgin" çıkmış ortaya.
Eli "Pencere'nin kolunu çevirip aralama düzeyine gelmiştir artık…
Bezgin O'nun İçin önemlidir, çünkü bu uzunçalarında İlhan yöresel müzik ile evrenselin sentezine girişmiş ve Çağdaş Türk Şarkısı adını verdiği sonuca ulaşmıştır. ilk olumlu kıpırtıları "Olanlar olmuş"a aldığı tepki ile pekiştirmiştir. Başarmıştır, pencerenin kolu dönmüş aydınlık alabildiğince dolmaya başlamıştır İlhan'ın dünyasına. Artık özgürdür, daha doğrusu bugüne değin gerek kendisi gerekse ortam yönünden baskılayıcı birçok olguyu geride bırakmış, müzikte de, yaşamı yanıtlayış biçiminde de evrensel düşünce boyutlarının kapılarına dayanmıştır. Boyutları sonsuzluğa ve özgürlüğe uzayan bu yolda köprülerde geçilebilinir, Ötelere de uçulabilinir artık.
Biraz da İlhan'ın bulunduğu düzeyi irdeleyelim: Bugüne gelene değin geçirdiği evreleri birlikte gördük. Bugün toplumumuzda belirli bir düzeye gelmek ve bulunduğu yeri korumak kolay değildir. Yola çıkanlar elbetteki kendi olanaklarını kullanacaklar ya da koşulları zorlayacaklardır, bu yere kimi bedenini kimi beynini açarak ulaşır, orası biraz karışıktır.! İlhan İrem'in düşüncelerinde artık yeni bir "İlhan İrem" ya da popülerlik -ya da saygınlık- ya da daha fazla para, daha fazla kariyerist tutku yoktur. İlhan seçimini yapmış ve tüm İnsanlığı seçmiştir. Olmak istediği kimse yok artık, insanlık ve onlara duyduğu saygı vardır. Geçmişteki bunalımları, iç daralmaları, bezginlikleri O'nu bugüne getirdi. Bugün 0 dağ başındaki yalnız çiçekten, büyük kentlerin meydanlarını dolduran yığınlara dek tüm canlılara seslenmek zorundadır. Değil mi ki bu sorumluluğu üstlendi, artık ne Tanrı'nın buyurusu,ne toplum ve ahlâk kuralları, ne tutkuları o'nu engelleyemez, geriye dönüşte yoktur. İIhan Bezgin değil Gezgin'dir artık. İlhan'ın sesi gökkubbedeki yerini aldı; O cennetine ulaştı. "Cennet, insanların birbirini sevdiği ve anladığı yerdir" (Oğuz Atay, Tutunamayanlar, İletişim yayınları)
İlhan İrem'i, İlhan İrem yapan da işte bu iki olgudur. Tanımak anlamak ve sevmek. İlhan "Köprü", "Ve ötesi"nde ve de "öykü"sünde "Ayna" dan söz eder, hem de sıklıkla. Nedir bu ayna? Neyin simgesi? Ne işe yaradığını biliriz hepimiz, kimimiz sıklıkla kimimiz de hiç olmazsa bir kez bakıveririz aynaya, başkalarına görünmeden kendimiz görmek isteriz görüntümüzü. Kimimiz onaylarız,
kimimiz lanetleriz sabah sabah kendimizi. Neyi gördüğümüzü, ya da neyi onaylayıp neyi lanetlediğimizi bilir miyiz acaba? İçimize bir bakış olduğunun kaç kişi ayırdındadır.
Düşünün bir kez, mutlu bir gün geçirdiniz, herşey gönlünüzceydi hani şu dostların bayram kartlarındaki istençleri gibi bir gün. Bitti, yorgun, ama dingin yatağınızın sevecen yumuşaklığına sığınıp, tatlı düşlerle dopdolu büyüyüp kaldınız, güzel bir gece ve günün ilk ışıkları yeni güne çağırıyor sizi. Kalk bak "aynaya" ne göreceksin: İlhan'ın söylediklerini,
"Düşlerin sarhoşluğunda
Gözlerin gülüşüyor senin…"
Bu görüntüyü olumlamamak olası mı? Bir de tersini düşünün. Olumsuzluklarla dolu birgün, kâbuslarla bölünen bir gece, bir türlü geçmeyen saatler ve günün ilk ışıkları, sürünerek kalkıp bakacaksın isteksiz isteksiz aynaya, ne göreceksin?.. Lanetlememek olası mı? Kaçımız ayırdındadır bunun? Ya da kaçımız kendimizi tanımak, anlamak, olumlamak için bakıyor ayna'ya? İşte İlhan'ın şaşkınlık dolu yansımasını görebiliyor musunuz?
"Benmişim!.. Benmişim!..
Benmişim!…
Herşey benmişim!
Bir küçük ayna'da
Kendimi görmek için
Durak durak
Toprak toprak beklemişim
Şarkılarda… Oyunlarda… Düşlerde
Yücelmişim…
Bir sabah..
Bir başka sabah gibi baksaymışım ayna'ya
Görecekmişim….
Her şey benmişim!….
……………………
……………………
Ayrılsanız da benden…
Evrenin bir yerinde…
Artık biliyorum..
Hepiniz benim…
Bu mavi havuz benim..
Bu yüce fıskiyede..
Kendi zamanlarında
Kendimden yücelere
Kendime dökülmüşüm…"
Bu dizelerden sonra düşünün, kaçımız görüyoruz aynada kendimizi, kaçımız gözümüzdeki çapaklardan önce, gün ışığına seremediğimiz düşüncelerimizi okuyabiliyoruz gözbebeklerimizde, kaçımız dün söylediğimiz yalanı gizlemek için oturttuğumuz alaycı kıvrımını yakalayabiliyoruz dudaklarımızın ucunda, kaçımız sokak maskesini takmadan önceki yüzümüzü seviyoruz. Dünyayı ya da bitkileri, hayvanları, insanları ya da kısacası yaşamı sevmeden önce kendimizi sevmeyi öğrenmenin gerektiğini biliyor muyuz?
Kendimizi sevmeden önce kendimizi tanımanın, anlamanın gerektiğini ve tüm bunları yapabilmek içinde aynaya bakmamızın gerektiğine inanıyoruz artık. Yani içimize dönüp bir bakmalıyız, herkesten sakladığımız, kendimize bile tam olarak açıklayamadığımız" tüm duygularımızı bir ayna önünde gün ışığına çıkartmak için kendi kendimizi sınamalıyız. Sormalıyız bakıp ayna'ya îlhan gibi,
Neden varım?
Neden yokum?
Var mıyım, yok muyum?
Nereye yolculuğum?
Neden seviyorum?
Neden sevmiyorum?
…………….
……………."
Konuyu çok dağıttığımı düşünüyor olabilirsiniz, ama hayır. Eğer bugün kulaklarımızda İlhan'ın kanat sesleri varsa bu uçuşun temelini bilmeliyiz.
Ayna önünde sorulan ilk "Neden?"den sonra gördü İIhan kanatlarının olduğunu, daha sonra Öğrendi kanatlarını kullanmayı ve bu kanatları sayesinde ulaştı cennete. Şimdi İlhan'ın bir görevi ve bir sorumluluğu var ve tüm insanlık adına İlhan herkese öğretecek CENNETE ULAŞMANIN YOLUNU sesiyle, müziğiyle gecekondu mahallelerimizin kahvelerinden, lüks otellerimizin eğlence salonlarına dek çınlayacak O'nun sesi ve şarkıları,
"Şöyle bir gülümse
Kalk yüzünü yıka
Sonra neşeyle
Bak şu aynaya"
Ya da,
"Bir bulanık suda
Kirli bir yosun gibi
Görünmüyorsun
Temizle kalbini".
Mutluluk öğretisini şarkılarıyla verecek tüm topluma. Sevgiyi öğretecek, paylaşmayı öğretecek, kısacası "yaşamayı yaşamak" nasıl olurmuş onu öğretecek. Ne demek bu "yaşamayı yaşamak"
"Yaşamak istiyorum.
Yaşamayı bu soğumuş cehennemde
Ölü bir dost gibi içim titreyerek düşünmek değil sade,
Yaşamayı yaşamak istiyorum."
(Şiir Alayı, Yazko yayınları sf. 96)
Kısa bir alıntısını yaptığımız şair Can Yücel'in şiirinde dediği gibi bir şey 'yaşamayı yaşamak'. İlhan'ın sevgi boyutunu açmak istiyorum, biraz da sevgiyi, o yüce duyguyu, insanı insan yapan, ana rahmine düşen tohumu iten gücü. Sevgide yanılsamalardan kurtulmuş İlhan, "Sevmek bence özgün bir kişiyle olan ilişkidir" diyor. Bir kişiyi sevmek, onun dışında tüm çevreye kayıtsız kalmak sevginin yüceliğinin kanıtı değildir. Akıllıca sevmek varken delice sevmek neden? Başlangıçta sevgiliyi dünyanın merkezi haline getirip, zamanla birbirini tükettiklerini anladığında tüm dünyayı sevdiğinin ve kendisinin başına yıkıp akıl hastahaneleri ya da meyhane köşelerinde
Arabesk müzik eşliğinde kahrolan aşıklarımızın sayısı azımsanacak gibi değildir.
Bu insanların İlhan'ın yumuşacık sesi ile ileteceği mesajlarına gereksinmeleri var. Çocukluktan bu yana Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Yusuf ile Züleyha gibi sonu mutsuzlukla biten onmaz aşkları dinleye dinleye çarpık sevgi anlayışıyla, ya da ergenlik çağının itkisiyle yakın çevresindeki karşı cinse duyduğu ilk heyecanları kötü gözle bakmamak baskısıyla ya da sevdiğine sarılma, sevgiliyle bütünleşme sonunda ruhu kirlenen yıkanmadıkça arınmayacağı ve sonunda da bu kötü düşüncelerinden dolayı cehennem ateşi ile cezalandırılacağı korkusuyla koşullanan, bir türlü sevip-sevilmeyi öğrenemeyen bu Can'lara İlhan'ın diyecekleri var. İnsanları sevgiden patlayan dev bir çiçeğin parçacıklarıyla özdeşleştiren, kendi parçacıklarının sevgisizlikten kuruduklarını, birbirine düşman olduklarını gören dev çiçeğin acısını yüreğinin, beyninin derinliklerinde duyuyor. Çiçek güleceği günü bekliyor, İlhan ise beklemiyor artık, bekleme sürecini tamamlamış yüreği elinde dolaşıyor halk yığınları üstünde, apaydınlık istençlerle dolu kanat çırpıyor, öyküler şiirler yazıyor, besteler yapıyor, gerçek cenneti çoktan hak etmiş insanlara ulaşmanın tüm yollarını deniyor. Evet kolay değil kendi kendisinin sorumluluğunun bilincinde bile olmayan insanların sorumluluğunu yüklenmek, kolay değil kendini sevmeyi, saymayı bile bilmeyen canlılara "Sevgiliyi sevmeyi, saymayı, bütünleşmeyi, O'nda tüm güzellikleri görmeyi O'nda tüm dünyayı sevmeyi, O'nda kendini sevmeyi öğretmeye soyunmak.
Üstün bir duyarlılığa sahiptir İlhan İrem. Sıradan bir duyarlılık değildir bu. Usta bir şairimizin aşağıdaki dizelerinde Öğütlediği gibisinden,
"İçerde bir tarafınla yapayalnız kalabilirsin
kuyunun dibindeki taş gibi
fakat öbür tarafın
Dünyanın kalabalığına
Öylesine karışmalı ki
Sen ürpermelisin
Dışarda kırk günlük yerde yaprak kıpırdasa"
Düşünebiliyor musunuz dağ başında soğuktan titreyen bir çiçeğin yalnızlığını paylaşabilmeyi, ya da kırk günlük bir yerde kımıldayan yaprakla ürpermeyi? Esen rüzgârda, yağan yağmurda, Samanyolunda sevgi arayabilmeyi.
İlhan'ın bir tarafı duyargalarını sürekli olarak dünyanın dört bir yerine salmış, kırk günlük yerde açlıktan kırılan çocukların çığlıklarını, yıllarca bıkmadan sürdürülen anlamsız savaşlarda oğullarını yitirmiş ana'ların gözyaşlarını, topraklarına yerleştirilmiş nükleer başlıklı füzelerin sağduyu sahibi insanlardaki tedirginliğini, haksız kazandığı "para şezlonguna" uzanmış, purosunu tüttüren "çağdaş akıllı müteşebbisin" sahip olması gereken vicdan huzursuzluğunu algılıyor ve onlara dünyadaki cennete ulaşabilecekleri yolu göstermek için, görevinin bilincinde "Pencere" İle insanları usulca bir sıçrayışla yokluyor. insanların pencereyi açıp evrenselliğin sonsuz boyutlarına bakmaları için sevgiyle uyarıyor.
"Soğumuş bir gecenin
Sabahı karşısında
Ürkek bir bahar dalının
Tomurcuklarını göreceksin
O zaman aç pencereni
Uçup gitsin hüzünler
Soğuk memleketlere
Karanlığı götürsünler…
"Köprü", "Ve Ötesi"nde sorgulamaya başlıyor. "Kovalamaca'da, Herşey Dönüyor"da, "Bırak Kalsın öylece"de, "Donuk Yolculuk"da, "Yankılar"da, "Hoşgörü"de, "Yakında"da sarsıyor, uyandırıyor, bu güne değin kimsenin sormadığı sorulan soru-yor, sevgiliyle bütünleşmek varken neden yalnızlık?! diyor, sevgi varken, aşk varken neden küçük hesaplarla boğuluyorsun? diyor, sevgi nerde, saygı nerde? peki sen neredesin? diyor, diyor, diyor ve çözümünü de veriyor. İlhan bu günde aradığın sevgiler diyor, kalbini temizlemen gerektiğini vurguluyor, aynaya neşeyle bakmalısın diyor, kopar ipleri, yüreğini aç tüm canlılara sev, sev, sev, diyor gönlünce.
Ve ben de ekliyorum, bu kitle İlhan'ı yalnız bırakmamalı ve açılan bu "Pencere"den "Köprü", "Ve ötesi"ne birlikte kanat çırpılmalıdır. Son olarak William Faulkner'ın Albert Camus İçin düşündüklerini ben İlhan'a yansıtmak istiyorum.
"Hiç bir zaman aynı dönemde böylesi ölümlüler çok sayıda olmadı. Ama her zaman bir yerlerde en azından birisi var ve bu hepimizi kurtarmak için yeterli."
MART-1985-