Bertolt Brecht

Bertolt Brecht (1898-1956) 

 

Her yeni çağ, gerçekliğin yeni bir biçimini ortaya koymak zorundadır. Sanatçı, yozlaştırılmış ve bozulmuş estetiği yerine, çağının ve toplumun gerçeklerini, bu gerçeklere yaraşır bir biçimde dile getiren eserler vermek ve bu eserler aracılığı ile kitlelere seslenmek zorundadır.

 

Alman şairi ve tiyatro yazarı. Bavyera'da Augsbourg'da doğdu. Doğu Berlin'de öldü. Tıp öğrenimini yarıda bırakarak hastabakıcı olarak ilk dünya savaşına katıldı. 1919'da Münih'e dönünce başarısızlığa uğrayan demokrat ihtilalinde yer aldı. 1927'de çıkan ilk şiir kitabında ve "Gecede Davullar" oyununda (Kleist Ödülü, 1922) savaş sonrasının huzursuzluğu hissedilir. Kurt Well'le birlikte müzikli oyunlar yazdı. Bunların en ünlüsü "Beş Paralık Opera" (1928) dir. Marksist görüşle "Öğretici Oyunları" nı yazdı. Karısı Helene Weigel'le birlikte kurduğu tiyatro kumpanyasında yazar, rejisör ve öğretici yönlerinin sentezini yapan örnekler verdi. Nazi rejimine karşı olduğu için yurdundan ayrılıp önce Fransa'ya sonra Danimarka'ya, Finlandiya'ya gitti. "Okuyan Bir İşçinin Düşündükleri" şiirinde şöyle diyordu:

 

Yedi kapılı Teb şehrini kimler kurdu?

Kıralların adı geçiyor kitaplarda.

Kırallar mı sürükledi o dağ kaya parçalarını?

Ya kaç kez yıkılan Babil'i,

Kimler kurdu her seferinde, yeniden?

Altın parıltılar içindeki Lima'da

Hangi evlerde yaşarlardı yapı işçileri?

Çin seddi tamamlandığı akşam

Nereye gittiler duvar örücüler?

Zafer anıtlarından geçilmiyor Roma'da.

Kimler dikti onları?

Kimlerdi dize getirdikleri,

Kahraman geçinen imparatorların?

Adına türküler yakılan Bizans'ta

Hep saraylarda mı yaşardı insanlar?

Efsanemsi Atlantis gömülürken sulara,

Boğulanlar uluyarak seslendi kölelerine,

 

Genç İskender Hindistan'ı bastı,

Tek başına mı?

Sezar Galya'ya saldırırken,

Hiç değilse bir aşçısı da mı yoktu?

Ağladı İspanyalı Filip filosu batırılınca,

Demek, ağlamadı başka hiç kimse?

II. Frederik Yediyıl savaşlarını kazandı,

Kim kazandı ondan başka?

 

Nereye baksan bir zafer,

Kim düzenledi bu zafer şölenlerini?

Her on yılda bir büyük adam ,

Peki, kimler çekti ceremeyi?

 

Tarih diye okutulan bunca olay,

Bunca soru.

 

Bertolt Brecht Finlandiya'dayken "Puntila ve Uşağı Matti"yi (1942) yazdı. Sovyetler Birliği'ne daha sonra da Amerika'ya gitti. 1946'ya kadar Amerika'da kaldı. "Sezuan'ın İyi İnsanı" (1939), "Galileo Galilei" (1939) sahneye koydu. 1948'de Doğu Berlin'e gelip yerleşti. Ölünceye kadar "Berliner Ensemble" tiyatrosunda eşi ve dostlarıyla birlikte yeni oyunlarını sahneye koydu. Ana düşüncesi Marxsizme dayanan, burjuva ahlakında ki çelişmeleri ve kurnazlıkları ortaya seren, geleneksel tiyatroya hiç benzemeyen bir anlatışı vardır. Yönetmen olarak oyuncu, dekorcu, ışıkçı, müzikçi arasında tam bir işbirliği kurardı. Oyunlarının içinde şiirler, türküler yer alır. Epik tiyatro anlayışı alanında yeni ufuklar açan tanınmış diğer oyunları: 

 

Mahagony Kentinin Yükselişi ve Batışı [1929],

Carar Ananın Silahları [1937],

Arturo Uli'nin Yükselişi [1941],

Cesaret Ana [1941],

III. Reich'in Büyük Korkusu ve Yoksulluğu [1945], 

Kafkas Tebeşir Dairesi [1945].

 

 

Dünya Edebiyatçıları Sözlüğü

Seyit Kemal Karaalioğlu   

Brecht Şiirler

 

 

 

 

 

 

ÇAĞRI 

 

Doğrudur yıldırımın düştüğü, yağdığı

yağmurun,

Bulutların rüzgarla sökün ettiği.

Ama savaş öyle değil, savaş rüzgarla

gelmez;

Onu bulup getiren insanlardır.

Duman tüten topraktan bahar boyunca,

Dökülüp yükselir birden gökyüzü.

Ama barış ağaç değil, ot değil ki

yeşersin:

Sen istersen olur barış, istersen

çiçeklenir.

Sizsiniz uluslar, kaderi dünyanın.

Bilin kuvvetinizi.

Bir tabiat kanunu degildir savaş,

Barışsa bir armağan gibi verilmez

insana:

Savaşa karşı

Barış için

Katillerin önüne dikilmek gerek,

"Hayır yaşayacağız!" demek.

İndirin yumruğunuzu suratlarına!

Böylece mümkün olacak savaşı önlemek.

Onlar demir çeliği elinde tutan birkaç

kişidir,

Yoktur karabasandan bir çıkarları

Dünyaya bakıp "ne küçük" derler,

Bir şeylerle yetinmezler acunda,

Para hesap eder gibi hesaplıyorlar

bizi,

Savaş da bu hesabın ucunda.

Ürkmeyin tutmuşlar diye suyun başını:

Korkunç oyunları, davranın, bitsin.

Söz konusu olan çocuğundur, ana:

Konu onu, dikil karşılarına,

Biz milyonlarca kişi

Savaşı yener miyiz?

Bunu sen bileceksin.

Bunu biz bilecek, biz seçeceğiz.

Bir de düşün "Yok!" dediğini:

Düşün ki savaş geçmişin malı

ve barış taşıyor gelecekten.

 

 

BUDA'NIN YANAN EV KISSASI

 

Gotama Buda, 

bağlandığımız hırs çarkını verdi 

ve şunu öğütledi: 

Bırakın bir yana tüm hırslarınızı 

ve girin Nirvana dediğim hiçliğe 

tüm isteklerden arınarak. 

Sonra bir gün öğrenciler ona sordu: 

Neye benzer bu hiçlik üstat? 

Öğütlediğin gibi, bütün hırslarımızı

hepimiz bir bir atabiliriz bir yana, 

ama söyle bize, 

bu içine girdiğimiz hiçlik 

tüm yaradılışla bütünleşmek gibi bir şey mi acaba? 

Yatarken suyun içinde, bedeniniz ağırlıksız, öğle vakti, 

tembel tembel yatarsınız suda, hiçbir şey düşünmeden hani, 

ya da uyuklar gibisiniz, düzelttiğinizin pek farkında 

olamadan battaniyeyi, 

kendinizden geçerken hızla- 

hiçlik bu tür mutlu bir şey mi acaba, 

tatlı bir hiçlik mi yani, 

yoksa duygusuz, soğuk, boş bir hiçlik mi bu hiçliğin senin? 

Uzun süre sessiz kaldı Buda, 

sonra, umursuz, dedi ki: 

Yanıtı yok sorunuzun. 

Ama onlar gittikten sonra, akşamüstü, 

meyvaları ekmek olan ağacın altında oturuyordu Buda hala, 

ve öbürlerine, soru sormayanlara, anlatıyordu şu öyküyü: 

Geçenlerde bir ev gördüm. Yanıyordu. 

Alevler çatısını yalıyordu evin. 

Yanına vardım, baktım içinde hala insanlar var.

Açtım kapıyı, seslendim onlara, 

dedim, yanıyor çatı, ve buyurdum, 

haydi, çıkın dışarı çabuk. 

Ama insanlar hiç oralı değil gibiydiler. 

İçlerinden biri, sıcaklık kaşlarını kavurdu kavuracak, 

dışarısının nasıl olduğunu sordu bana, 

dışarda yağmur yağıyor muydu, yağmuyor muydu, 

rüzgar esiyor muydu, esmiyor muydu, 

dışarda bir başka ev var mıydı başlarını sokacak,

ve buna benzer 

daha bir sürü soru. 

Bir şey demeden ayrıldım ordan. 

Bu evdeki insanlar, dedim, kendi kendime, 

soru sormaktan vazgeçmeden önce yanıp ölmeyi

               hak etmişler.

Doğrusu, dostlarım, bir insan, 

bastığı yerin ne denli kızdığının farkında değilse 

ve orada durmaktansa, neresi olursa olsun 

başka bir yere gitmek zorunluluğunu duymuyorsa 

söyleyecek hiçbir sözüm yok o insana. 

İşte, Gotama Buda buraya kadar. 

Ama bizler de, artık bundan böyle,

boyun eğme zaatıyla değil de 

boyun eğmeme zaatıyla ilgilenen bizler de, 

somut öneriler öne sürerek 

etten kemikten işkencecileri alaşağı etsinler diye 

insanlara ders veren bizler de, 

inanıyoruz ki 

yaklaşan bombardıman filoları karşısında parababalarının,

yok şu sorunu nasıl çözeceğimizi, 

yok şu konuda ne önerdiğimizi, 

ve devrimden sonra, 

biriktirdikleri paraların ve bayramlıklarının ne olacağını 

durup durup soranlara 

fazla bir sözümüz yok söyleyecek. 

 

 

GELECEK

 

Ormanlar daha gür olacak, daha gür.

Tarlalar daha çok şey verecek, daha çok şey.

Şehirler daha canlı olacak, daha canlı.

İnsan ömrü daha uzun olacak, daha uzun.

 

(Çeviri : A. Kadir)

 

 

YOLCU 

 

Yıllarca önce 

araba kullanmasını öğrenirken 

ustam sigara içirtirdi bana. 

Ve yoğun trafiğe çıktığımda 

ya da keskin dönemeçlere geldiğimde 

sönerse cıgaram, 

direksiyonu alırdı elimden.

Ben araba kullanırken fıkralar da anlatırdı 

ve eğer ben arabayı sürerken kendimi işime kaptırıp da 

fıkralarına gülmediysem 

direksiyonu alırdı elimden. 

Güvensiz hissederim kendimi, derdi. Korkutur beni, 

şoförün kendini işine gereğinden fazla kaptırdığını görmek

bir yolcu olarak. 

İşte ben de o zamandan beri 

gereğinden fazla dalmamaya bakarım yaptığım işe.

Çevremde olup biten şeylerle de ilgilenirim. 

Birileriyle konuşmak için işime ara veririm çoğu kez. 

Bir cıgara içemeyecek kadar hızlı araba sürmekten 

vazgeçtim. 

Yolcuyu düşünüyorum artık. 

 

 

ŞİDDET ÜZERİNE

 

Şiddetli denir asi ırmağa

ama kimse şiddetli demez

Onu sıkıştıran yatağına.

 

Şiddetli denir

huş ağacını büken fırtınaya.

Ya yol işçilerinin belini 

büken fırtınaya? 

 

Bertolt BRECHT

İlhan İrem Official Web