Bu Bayram Sizin Değil!

Üçbuçuk denizin birleştiği yerde devasa bir gemi ağır ağır sulara gömülüyordu.

Burunlarına kadar boka batmış birileri fersah fersah derinlerdeki direklere Fransız ipeği, Amerikan bezi, İngiliz ipi bağlayarak, "Satılmış 1/Kurtarma Operasyonu"na giriştiler…

Fatih'in torunları hemcinsleri olan Altın Boynuz batağına saplanmış gemiyi mandalarla çekip çıkarmayı düşlüyorlardı.

Ali Cengiz oyunlarının kardeş kanlarıyla vıcık vıcık yağlanıp hantallaşmış ağır imparatorluğun leziz(!) meyvelerini daha bir süre kemirmekti gayeleri.

Teslimiyet ana fikrinde, hüzünlü bir film sonu görüntüsüyle yavaş yavaş yok olan geminin su üstündeki son kırıntısı…

Kıç güvertesi tarafından bir güneş doğdu. İnsanlar ve "hayvanlar" kutup gecelerinden de öte, yıllar sürecek donuk bir geceye çoktan şartlanmışlardı halbuki.

Öyle ki, son ana kadar emperyalist bir yeni dünya elinden nasiplenmeyi bekleşen fareler bile yarım yamalak yüzerek/boğularak terk ediyorlardı gemiyi…

Ve henüz ıslanmamış birkaç metrekarelik kıç güvertesi cenahından inanılmaz bir güneş… Bir ışık seli göründü.

Yaşananlara hep septik bir bilimsel mantıkla yaklaşan en aklı başında insanlara dahi; "Türkiye'nin bir seçilmiş ülke, o inanılmaz ışığın da göklerden gelen bir yardım, çağrı," olduğunu düşündürtecek destansı, metafiziksel, mucizevi günler başladı…

Çoktan sulara gömülmüş makine dairesinde Kuva-yı Milliyeci ışık işçileri vardı.

Gelecek güzel günlere inanmışlığın elektrikli düşünceleriyle ölüme hazır titreştiler…

Yürek ceplerindeki son hava kabarcıklarıyla soluklanıp, Samsun'dan doğan güneşi hissettiler.

Çelikten öte, bilinmedik bir iradeyle uzanan ışık huzmeleri önce kıçtaki sulanmış Osmanlı bayrağını kavurup yok etti.

O ışık, onurlu, olağanüstü bir hayat mirası bırakmak için geleceğe, ölmeyi emrediyordu…

Anadolu, büyülü, ışık ışıl, çağdaş bir senfoni gibi su yüzüne çıktı.

Ne ki, Mustafa Kemal tersanesinde canhıraş çabalarla inşa edilip yeniden yüzdürülen Cumhuriyet gemisinin Haliç'in pisliğine gömülen Osmanlı eskisiyle uzaktan yakından bir ilgisi yoktu artık.

Yol arkadaşlarıyla birlikte o deha, evrensel değerlerin bütün güzellikleriyle havalanmalara hazır, eşsiz bir uzay gemisi dizayn etti. Ulusunun gelecek kuşakları, engin görüşleri, insanlık değerleri ve yüksek teknolojileri ile geliştirsinler diye!

Şimdilerde, ödenen bedellerden habersiz, yaşamasız biçarelerin gece barlarında sarhoş mezesi ettiği "Onuncu Yıl" marşlarıyla bezenmiş gerçek ötesi bir kurtuluş ve kuruluş efsanesi yaşandı.

Sonra… Sonrası çok hazin!

O batık Osmanlı gemisinin ıslak ahşaplarında üreyip Cumhuriyete sıçrayan böcekler…

İnanılmaz renklerle, ulaşılmaz düşüncelerle, insanıyla, sanatıyla kâinata görkemli bir imza atmak üzere açmakta olan evrensel, çağdaş, laik ve demokratik Cumhuriyet çiçeğinin can damarlarına, köklerine, yalancılık, sahte milliyetçilik, din bezirgânlığı ve her türlü kolay kazanç ucuzluklarıyla, Arap sabunu gibi iğrenç bir sıvı dışkılayan böcekler…

Şehit analarını "Ya bitecek, ya bitecek," diye kandırıp, bu milletin paralarını eşkıyaya, dolandırıcıya, silah kaçakçılanna örtülü ödenekten peşkeş çeken, mal varlığı Amerika'da olan geberik politika şırfıntıları "Biz batıcıyız," teraneleriyle sahtekârlığa çağ atlatan, demokrasiyi taharet bezi yapmak için demokrasiden medet uman fırıldak hocalar… Fail-i meçhul sermayesiyle çokuluslu holdingleşmiş, sahte hoşgörü söylemlerinde sağ ve sol liderleri, avanak aydınlan hatta orduyu harmanlayıp uzak vadeli, daha kapsamlı şeriat programına soyunarak Amerika Birleşik Devletleri'nden zerkedilmeyi bekleyen cinsel problemli öteki hoca efendi ve pervaneleri…

Bu ülkenin demokratik yapılanmasını milliyetçilik hezeyanlarıyla, kaçakçılık ve ikbal çıkarları için paçavraya çeviren çete döküntüleri…

Ve bütün bu yarasa uçuşlarına, bu baştan kara ilkel dalgalanmalara "gemisini kurtaran kaptan" misali tepkisiz kalıp, saat dokuzlarda bir dakikacık kıçını kaldırmayan, eylemsiz, öylesine yaşayarak dost sohbetlerinde geviş getiren, sürünün bir parçası olmayı, bir gün mutlaka oluşacak aydınlık, hesapsız çağdaş Türkiye'nin alnı açık, başı dik yurttaşı olmaya yeğleyen yanlış tercihli sessiz insan yığınları…

Siz, Kurtuluş Savaşından, Cumhuriyetten, Atatürk'ten söz etmeyin hiç!

Sahte saygı duruşlarıyla Ata'nın ruhunu güldürmeyin Anıtkabir sabahlarında… Yaşasaydı yüzünüze tükürürdü biliyorsunuz! Yaşıyor!

Mevsim normallerini aşan güz yağmurlarını böyle bilin!

29 Ekim sizin bayramınız değil. Çağdaş demokrasi masallarındaki rüzgârgülü medya tosuncuklarının sallabaş üflemeleriyle, "Türkiye seninle gurur duyuyor" sayıklamalarında yeniden bir maceraya soyunun parti otobüslerinin damında…

Vakıflarla, teşkilatlarla, Almanya'larda, Amerika'larda, ulusal devleti piç etmeye uğraşan plastik kahramanlar…

Ilımlı İslamın dolar pusulalı senaristleri… Cuma avlularındaki Türk bayrağı histerisini, Atatürk yalakalığını bırakın!

Karanlıktan karanlığa elveren güdük yelpazeler içinde, aranızda hâlâ elini dürüstçe vicdanına koyabilen birileri kaldıysa onlar biliyor… Bu sizin bayramınız değil!

Biz artık, ortalığı sarsacağı söylenen haber programlarını ölü toprağı serilmiş koyunsu gözlerle izleyip sineye çeken insan ziyanlıklarından öte, başka türlü, dinamik, kıpırtılı bir ülke düşlüyoruz.

Olup biten saçmasapanlıklara hoşgörü ve geriden gelişlerle uzlaşma hikâyeleri de çoktan iflas etti!

Hoşgörü, çağdaşlığın güzelliklerine niyetlenip, kendince sebeplerle tökezleyen insanlara gösterilir ancak.

Bu bakışla, en sonuncumuz Atatürk'ün aydınlık Türkiye yolundan geriye dönmedikçe, kâinat bütünlüğünün güzelliğinden bihaber, gözü şeriata dönük misvak macunu çocuklarının herhangi bir bayramı olmayacak. 

Işık ve sevgiyle…

İlhan İrem Official Web